ZAMAN YOLCULUĞU YAPIYORUM KİTAPLARIMI YAZARKEN

KÜLTÜR 04.12.2019 - 16:44, Güncelleme: 17.02.2023 - 08:17 2596+ kez okundu.
 

ZAMAN YOLCULUĞU YAPIYORUM KİTAPLARIMI YAZARKEN

Kitaplarımı gece yazarım. Şehrin enerjisi tükenir, el ayak çekilir, ben ve benim gibi gece çalışanlar kalmıştır karanlıkların içinde…
İşte o zaman ben tuşlarım ve ekran baş başayız demektir. Bismillahirrahmanirrahim derim ilk tuşlara basmaya başladığımda… Aslında ben miyim başlayan bilemem ki çünkü kitap kendini yazar.  Ben başka bir konu üzerinde düşünmüş hayal kurmuş, hatta kurgulamış ve araştırmalar yapmış ‘tamam budur’ demiş olsam ne çıkar? Tuşlara ben mi hâkim olurum o anlardan sonra zor! Bir de bakarım ki; Tuşlar parmak uçlarımın aracılığı ile almış başını gidiyor. Ses etmem, susarım hatta. ‘Hadi bakalım neler gelecek, kimlerle bir araya geleceğim ve neler öğreneceğim’ derim sessizce, kendime bile söylemekten korktuğum gelecekler için! Öğrenmeye ilk başladığım kişiler tarihten esinlenerek kurgulayıp roman tadında yazdığımdan tarihi kişilikler olur da ondan ürkerim. Sonrasında; onları tanımaya çalışırım, sanırım ki hayal, sanırım ki gözlerimde şekillendiriyorum, sanırım ki ben öyle görmek istediğimden! Sonra irkilirim, Hun İmparatoru Atilla, gözlerime baktığında ve bana ‘benimle gel’ dediğinde elbette irkilirim, elbette korkarım ve sorduğum ilk soru ‘Beni görüyor musunuz?’ olur. Empati yapın lütfen.  Bu bir rüya ise rüya olmadığının bilincindesiniz, uyumuyorsunuz ki rüya göresiniz. O zaman! Yok öyle değil. Ekrana bakıyor sanıyorsanız kendinizi haşa asla öyle olmaz ben gözleri kapalı yazanlardanım, on parmak kullanırım tuşları ve kendi dünyamın içinde bir yerlerdeyken aklım ve parmak uçlarımın arasında ruhum gider gelir ve Atilla bana cevap verir. ‘Evet, neden şaşırdın ki?’ Tövbe estağfurullah… Siz siz olun ve benim yerimde olun da şaşırmayın, bir gün sonra dudaklarınız uçuklar içinde uyanmayın.  Otağdasınız artık ve ucu bucağı yokmuş gibi görünen çadırların arasında gezinirken o derki; “Buralar benim, bu araziler benim, benim topraklarımın üstündedir AYASOFYA.”  “Ne?” Dersiniz sadece ve ancak duyulur bir kısıklıktaki sesinizle; “Ayasofya’nın topraklara sizin mi?” cevap yine aklınızın az kalanlarını yok etmek için gayrete geçtiğinde bağırmakla yüksek ses arası sesini çınlatır. “Ben ve milletim Tanrının kırbacıyız” Aman Allahım diyorsunuz işte o zaman yandığınızın resmidir. Kısık gözleri ile öyle bir bakar ki sanırsınız topraklarını siz almışsınız elinden. “Haşa dersiniz Haşa. Bilmiyordum.” Bağırır. “Ben biliyorum, araştırın.” VE Zaman geçer, günler de geçer. Uyku uyanık, düş rüya halleri veya hayaller veya bilinmeyende buluşma hali deyin adına ve araştırmalar yapın sonra da öğrenin ki;   310’lu yıllarda Avrupa’da, Macaristan’da, Bizans kapılarındadırlar. Hun Türklerinin, Batı kaynaklarında en az iki kez bugünkü İstanbul kapılarında oldukları, Büyük Çekmece’ye kadar gelip o günkü Bizans İmparatoru’nu haraca (vergiye) bağlayarak, İstanbul’u işgal etmeden şehre girip; bu günkü At Meydanı-Sultanahmet Meydanı ve Ayasofya’nın bulunduğu yerde çadır kurup   tabiri caizse buraları konsolosluk toprağı ilan ettiklerini okursunuz.    Sonra dersiniz ki kendi kendinize; “Ben herhalde uçtum.” Belki de… Benim işim yazmak dersiniz kendinize ve ardından da seyahatlere başlarsınız. Yazdıkça birileri ile tanışırsınız, karşılaşırsınız, konuşursunuz ve dahi öğrenirsiniz.  Ve de yazdıkça yazasınız gelir. Ve yazdıkça bilinmeyenleri öğrenmeye başlarsınız. Sonra fark edersiniz ki sadece yazdığınızda onlarla karşılaşıyorsunuz. “Binlerce kere hamdolsun” dersiniz ve yazmaya devam edersiniz. TÜRK ZİNCİRİ dersiniz son kitabınıza ve kimlerle, neleri konuştunuz, neleri gördünüz ve neleri aktardınız. Bunu da TÜRK ZİNCİRİ kitabının okuyanlarına bırakırsınız.  
Kitaplarımı gece yazarım. Şehrin enerjisi tükenir, el ayak çekilir, ben ve benim gibi gece çalışanlar kalmıştır karanlıkların içinde…

İşte o zaman ben tuşlarım ve ekran baş başayız demektir. Bismillahirrahmanirrahim derim ilk tuşlara basmaya başladığımda…

Aslında ben miyim başlayan bilemem ki çünkü kitap kendini yazar. 

Ben başka bir konu üzerinde düşünmüş hayal kurmuş, hatta kurgulamış ve araştırmalar yapmış ‘tamam budur’ demiş olsam ne çıkar?

Tuşlara ben mi hâkim olurum o anlardan sonra zor!

Bir de bakarım ki;

Tuşlar parmak uçlarımın aracılığı ile almış başını gidiyor. Ses etmem, susarım hatta. ‘Hadi bakalım neler gelecek, kimlerle bir araya geleceğim ve neler öğreneceğim’ derim sessizce, kendime bile söylemekten korktuğum gelecekler için!

Öğrenmeye ilk başladığım kişiler tarihten esinlenerek kurgulayıp roman tadında yazdığımdan tarihi kişilikler olur da ondan ürkerim.

Sonrasında; onları tanımaya çalışırım, sanırım ki hayal, sanırım ki gözlerimde şekillendiriyorum, sanırım ki ben öyle görmek istediğimden! Sonra irkilirim, Hun İmparatoru Atilla, gözlerime baktığında ve bana ‘benimle gel’ dediğinde elbette irkilirim, elbette korkarım ve sorduğum ilk soru ‘Beni görüyor musunuz?’ olur. Empati yapın lütfen. 

Bu bir rüya ise rüya olmadığının bilincindesiniz, uyumuyorsunuz ki rüya göresiniz. O zaman!

Yok öyle değil. Ekrana bakıyor sanıyorsanız kendinizi haşa asla öyle olmaz ben gözleri kapalı yazanlardanım, on parmak kullanırım tuşları ve kendi dünyamın içinde

bir yerlerdeyken aklım ve parmak uçlarımın arasında ruhum gider gelir ve Atilla bana cevap verir. ‘Evet, neden şaşırdın ki?’

Tövbe estağfurullah… Siz siz olun ve benim yerimde olun da şaşırmayın, bir gün sonra dudaklarınız uçuklar içinde uyanmayın. 

Otağdasınız artık ve ucu bucağı yokmuş gibi görünen çadırların arasında gezinirken o derki;

“Buralar benim, bu araziler benim, benim topraklarımın üstündedir AYASOFYA.” 

“Ne?”

Dersiniz sadece ve ancak duyulur bir kısıklıktaki sesinizle;

“Ayasofya’nın topraklara sizin mi?” cevap yine aklınızın az kalanlarını yok etmek için gayrete geçtiğinde bağırmakla yüksek ses arası sesini çınlatır.

“Ben ve milletim Tanrının kırbacıyız”

Aman Allahım diyorsunuz işte o zaman yandığınızın resmidir. Kısık gözleri ile öyle bir bakar ki sanırsınız topraklarını siz almışsınız elinden.

“Haşa dersiniz Haşa. Bilmiyordum.”

Bağırır.

“Ben biliyorum, araştırın.”

VE

Zaman geçer, günler de geçer. Uyku uyanık, düş rüya halleri veya hayaller veya bilinmeyende buluşma hali deyin adına ve araştırmalar yapın sonra da öğrenin ki;

 

310’lu yıllarda Avrupa’da, Macaristan’da, Bizans kapılarındadırlar. Hun Türklerinin, Batı kaynaklarında en az iki kez bugünkü İstanbul kapılarında oldukları, Büyük Çekmece’ye kadar gelip o günkü Bizans İmparatoru’nu haraca (vergiye) bağlayarak, İstanbul’u işgal etmeden şehre girip; bu günkü At Meydanı-Sultanahmet Meydanı ve Ayasofya’nın bulunduğu yerde çadır kurup

 

tabiri caizse buraları konsolosluk toprağı ilan ettiklerini okursunuz. 

 

Sonra dersiniz ki kendi kendinize;

“Ben herhalde uçtum.”

Belki de…

Benim işim yazmak dersiniz kendinize ve ardından da seyahatlere başlarsınız. Yazdıkça birileri ile tanışırsınız, karşılaşırsınız, konuşursunuz ve dahi öğrenirsiniz. 

Ve de yazdıkça yazasınız gelir.

Ve yazdıkça bilinmeyenleri öğrenmeye başlarsınız.

Sonra fark edersiniz ki sadece yazdığınızda onlarla karşılaşıyorsunuz.

“Binlerce kere hamdolsun” dersiniz ve yazmaya devam edersiniz.

TÜRK ZİNCİRİ dersiniz son kitabınıza ve kimlerle, neleri konuştunuz, neleri gördünüz ve neleri aktardınız. Bunu da TÜRK ZİNCİRİ kitabının okuyanlarına bırakırsınız.

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve burdurilkadim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.