MONTRÖ’DEN KIBRIS BARIŞ HAREKATINA

Birinci Dünya Savaşı sonrası, SEVR Antlaşması ile emperyalist işgale uğrayan ülkemizde Mustafa Kemal’in öncülüğünde başlatılan “Ulusal Kurtuluş Mücadelemiz” başarıyla sonuçlanmış, Batılı devletlerle Lozan Antlaşması imzalanmıştır.

Ancak, Çanakkale ve İstanbul Boğazı’nın kontrolü, “Uluslararası Boğazlar Komisyonu’nun” denetimine bırakılmıştır.

Genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda büyük atılımlar başlamıştır.

Mustafa Kemal’in “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesine dayanan Cumhuriyet yönetimi, Batılı devletlerin olumsuz beklentilerine karşın, başarılı bir süreç içindedir.

Ne var ki, Hitler Almanya’sı ve Mussoloni’nin İtalya’sı, dünyayı yeni bir kaos ortamına doğru sürüklemektedir.

Batılı devletler büyük kaygı içindedirler.

Bir savaş halinde Boğazlar’dan geçişlerin kontrolünün önemi büyüktür.

Mustafa Kemal, işte bu noktada harekete geçer.

Batılı devletleri ve Sovyetler Birliği’ni ikna ederek, 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Antlaşması ile Boğazların kontrolü Türkiye’nin egemenliğine bırakılır.

Türkiye’nin İkinci Paylaşım Savaşı’nın dışında kalması için de çok önemli bir olaydır bu.

İkinci Paylaşım Savaşı’nda Türkiye, çok iyi bir sınav vermiş, henüz toparlanma aşamasındaki ülkemiz savaşın dışında kalarak, yeni bir yıkımdan da kurtarılmıştır.

Ne var ki, yıllar sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Benim çılgın projem” diye nitelediği “Kanal İstanbul” projesini gündeme getirirken, Montrö

kazanımlarının yok olacağı kaygılarına karşın; “Montrö’de bize tanınan bir hak yok” diye bir açıklama yapmıştır! (19 Aralık 2019) Hemen ardından, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Şentop;

“Cumhurbaşkanı isterse, İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği gibi Montrö Sözleşmesi’nden de çıkabilir” diye ilginç ve düşündürücü bir açıklama yapmıştır!

Ne yazık ki bu ülkede, Cumhuriyet’in temel değerlerini içine sindiremeyen, Lozan Antlaşması’na da “Dayatma” diyebilen siyasetçiler yer almaktadır!

Örneğin, önceki dönem TBMM Başkanı İsmail Kahraman;

“Hilafet yeniden ve TBMM kararı ile geri getirilebilir” diyebilmiştir!

Uluslararası Siyaset uzmanı birçok kişi bu yaklaşımların ülkemiz için büyük bir yanlış ve tehdit olduğu görüşlerini ortaya koymuş ve uyarmışlardır.

Gerçek şudur ki; Montrö Antlaşması Türkiye için bir “Güvenlik ve egemenlik sözleşmesidir.”

Kıbrıs Barış Harekatı…

Dünden bugüne, bu ülkede en çok tartışılan, bilgili-bilgisiz herkesin ahkam kestiği konulardan biri de KIBRIS konusudur.

Özellikle, Cumhuriyet değerlerine karşı olanların bu konudaki yalanları ve günahları hayli yaygındır!

Özetle belirtelim;

Kıbrıs, 1571 yılında, fetih yoluyla Venediklilerden alınmıştır. Adada yaşayan Ortodoks Rumlar, Osmanlı’yı kurtarıcı gibi karşılamışlar ve Osmanlı’nın derin hoşgörüsüyle adadaki yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Osmanlı, çok yönlü yanlışlar sonucu süratle toprak kaybetmeye ve ekonomik olarak çökmeye başlayınca, ilk kez 1854’de “Büyük Britanya” yani İngiltere’den ilk büyük dış borcu almıştır.

“93 Harbi” diye bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sonunda Osmanlı yenik düşmüş, Ruslarla yapılan Ayastefanos Antlaşması ile topraklarının üçte birini kaybetmiştir. Bu antlaşmayla aynı zamanda

yüklü bir tazminat ödemeyi kabul etmiş ama bu tazminatı ödeyecek parası yoktur!

İngiliz Dışişleri Bakanı Salisbury, Osmanlı’ya yardım edeceklerini ama iki koşulları olduğunu deklere etmiştir.

Koşulları; 1- Ermeni Islahatı, 2- Kıbrıs’ın üs olarak verilmesidir.

Sadrazam Sadık Paşa, 2. Abdülhamit’i ikna etmiş ve koşulları kabul etmiştir.

Sözde, “kiralanmış” olan Kıbrıs, İngiltere’nin kontrolüne bırakılmış, Birinci Dünya Savaşı sonunda ise fiilen İngiltere’nin egemenliğine geçmiştir.

Lozan Yalanları ile tanıdığımız kimileri, “Lozan Antlaşması ile Kıbrıs’ın İngilizlere bırakıldığı” iddiası büyük bir yalandır!

Tıpkı 12 Adalar yalanı gibi!

Oysa, “Oniki Adalar” 1911’de Trablusgarp’ta yenik düştüğümüz İtalya ile yapılan SUŞİ Antlaşması ile İtalya’ya bırakılmıştır!

Yakın tarih ve güncel durum.

Kıbrıs, Türkiye’ye 40 mil kadar ötede, Türkiye için çok yönlü önemi olan “stratejik” bir adadır.

Kıbrıs’ta Rum ve Türk kökenli insanlar uzun yıllar barış içinde yaşarken, Yunanistan’ın “Megala İdea” saplantısından dolayı Türklere yönelik çok yönlü saldırıların ve siyasal oyunların alanı olmuştur.

Nihayet, 1960 yılında; İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantör devletler olarak kabul edildikleri Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş.

Ama, Kıbrıs üzerindeki kirli oyunlar 1963 yılında Türklere yönelik saldırılarla yeniden sahnelenmiştir!

Bu sırada Türkiye’de, İsmet İnönü’nün Başbakanlığında, CHP-Adalet Partisi Koalisyon Hükümeti vardır.

Diplomatik temaslardan sonuç alınamayınca, Türkiye “Garantörlük” hakkını kullanarak müdahale etmek istemiş ama ABD Başkanı “Johnson’un Mektubu” ile tehdit edilmiştir.

Tehdidin gerekçesi; “Türkiye Cumhuriyeti’nin 3 Ordusu’nun da NATO’ya bağlı ve tüm silah donanımının NATO’ya ait olması” olarak belirtilmiştir.

İnönü, yazdığı karşı mektubunda; “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyadaki onurlu yerini alır” diye yazmış ama etkili bir hareket olanağı bulunamamıştır.

Bu olaydan sonra 4. Ordu (Ege Ordusu) kurulmuştur.

1963 olaylarında, “caydırıcı-uyarısı harekat” yapan Türk Hava Kuvvetleri, bu harekatta uçağı düşürülen, canlı olarak kurtulan ve fakat Rumların işkenceleriyle katledilen Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’i şehit vermiştir.

Ada’da görev üstlenen Yunan askeri güçlerinin Türkleri yıldırma ve adadan kaçırmaya yönelik eylemleri sürmüş, 1974 yılında Nicos Sampson’un darbesiyle yeni bir aşamaya gelmiştir.

İşte, bu olay sonrası, Bülent Ecevit’in Başbakan, Necmettin Erbakan’ın Başbakan Yardımcısı olduğu CHP-MİLLİ SELAMET Partisi koalisyon hükümeti, tüm diplomatik temaslar sonuçsuz kalınca, “Garantör Devlet” olarak, 20 Temmuz 1974 günü Kıbrıs Barış Harekatı’nı gerçekleştirmiş ve adadaki Türkleri güvence altına almıştır.

Bu harekattan sonra, ard arda BARIŞ görüşmeleri yapılmış ama olumlu sonuç alınamamış, 16 Kasım 1983’de KKTC-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur.

Kıbrıs, Türkiye için hayati önem arz eden bir adadır.

Ne var ki, “Barış” amaçlı ve fakat sürekli Rum tarafını ve Yunanistan’ı destekleyen projeler nedeniyle bugüne kadar olumlu bir sonuç alınamamıştır.

NATO, BM-Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği, Türk tezlerine şaşı bakmakta, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni Avrupa Birliği üyesi yaparak KKTC ve Türkiye’yi dışlamaktadırlar.

Son olarak ortaya atılan ANNAN PLANI tamamen Rum tarafının çıkarlarını öngörmekte, Türkleri “AB Vatandaşı” olabilme zokasıyla büyük toprak kayıplarına boyun eğmeye, ekonomik-sosyal ve psikolojik olarak yıkıma yönlendiriyordu.

İlginç olan şu ki; Rauf Denktaş ve dış politika uzmanlarının tüm uyarılarına rağmen, Annan Planı AKP iktidarınca da destekleniyor, Türklere “Evet” baskısı yapılıyordu! Slogan; “Yes be anem” olarak yayılıyordu