İPLİK BOYACILIĞINNDAN KUNDURACILIĞA KONFEKSİYONDAN KASAPLIĞA UZANAN KUTLU BİR ÖMÜR
İPLİK BOYACILIĞINNDAN KUNDURACILIĞA KONFEKSİYONDAN KASAPLIĞA UZANAN KUTLU BİR ÖMÜR
BOYACIOĞLU AİLESİNİN HİKAYESİ
BİR ŞAİRİN GEZİ YAZILARI - BURDUR
Boyacıoğlu Ailesinin İzinde
Burdur sokaklarında yürürken geçmişin ayak izlerini aramak, bazen bir çınarın gölgesine, bazen eski bir sokağın sessizliğine, bazense bir aile hatırasına düşmek demektir. Bu kez adımlarımız bizi Burdur’un köklü ailelerinden biri olan Boyacıoğlu Ailesine götürdü.
Daha önce Özboyacılar’dan bahsetmiştik. Şimdi sıra bu koca çınarın bir diğer dalında…
Kıymetli büyüğüm Hüseyin Boyacıoğlu amcayla bir çay deminde sohbet ettik.
Buyurun, o anlatsın, biz dinleyelim:
"Ben Hüseyin Boyacıoğlu. 1944 yılında Burdur’da doğdum. Boyacı sülalesine mensubum. Ailenin en yaşlı bireylerinden biri olarak kaldım."
Hayatımda yaptığım işler bir hayli fazla ama her zaman başlangıç noktam kunduracılık olmuştur. Babam beni genç yaşta bir ustaya çırak olarak vermişti. O zamanlar, işin inceliklerini öğrenmek kolay değildi ama bir şekilde o yıllarda hayatta kalabilmek için bu mesleği öğrenmek zorundaydım. Ustamın yanında yıllarca çalıştım ve zamanla bu mesleği tam anlamıyla sahiplenmeye başladım.
Kunduracılık, aslında çok da basit bir iş değildir. El becerisi ve sabır ister. Yavaş yavaş o mesleğin her yönünü öğrenmeye başladım. O yıllarda Burdur'da başka bir iş bulmak zor olduğu için, insanlar daha çok el işçiliği ve zanaatkârlığa yönelirdi. Kunduracılık da bunlardan biriydi.
Kunduracılıkla başlayan bu meslek hikâyesi zamanla gelişti. O süreçte biz de kunduracılıkla uğraşırken, Nadir Yavuzkan’ın kardeşi Necvan Yavuzkan ortak arıyormuş. Rahmetli Avukat Hüseyin Öktem beni tavsiye etmiş. Oturduk, konuştuk. Şartlarımızı belirledik ve ortak olduk.
Necvan Yavuzkan hem İyi bir dostumdu hemde değerli bir arkadaşımdı.Birlikte bir karar aldık ve Tanca Ayakkabı ve Konfeksiyon Mağazası’nı açmaya karar verdik. 1983 yılında açtık bu mağazayı ve Burdur’a bir yenilik getirmek istedik. Hem ayakkabı satışı yapıyorduk hem de konfeksiyon ürünleriyle işimizi genişletmiştik. O dönemde Burdur'da çok fazla büyük mağaza yoktu, dolayısıyla biz de bu alanda öncü olmaya çalıştık.
Tanca Mağazası çok tutuldu ve burada bir aile gibi çalıştık. Her zaman müşteri memnuniyeti bizim için her şeyden önce geldi. Hem ayakkabılar hem de giyim üzerine çok geniş bir ürün yelpazesi sunduk. İnsanlar gelip burada hem alışveriş yapar hem de uzun sohbetler ederdi. Herkes bir araya gelir, Burdur'un ruhunu burada hissederdi.
Mağazamız 1988 yılına kadar büyük bir başarıyla faaliyet gösterdi. Ama zamanla değişen şartlar, ticaretin dönüşmesi ve Burdur’daki gelişmeler nedeniyle bu işte de bir son noktaya geldik. Ancak bu mağazanın bana kazandırdığı en değerli şey, dostluklar ve yıllarca süren müşterilerdi. Bu iş, bana sadece ticaret öğretmekle kalmadı, insanları tanıma ve onları anlama konusunda da çok şey kattı.
"Bu dönemde Burdur’da çok güzel işler yaptık. Halit Kıvanç’ı iki defa Burdur’a getirdik. Kapalı Spor Salonu’nda defileler düzenledik. Türkiye üçüncü güzeli Manolya Onur’un da aralarında olduğu dört bayan manken ve bir erkek manken (Naci Altın) getirdik. Kupon dağıtarak çekilişler düzenledik."
1988’de, Tanca Ayakkabı ve Konfeksiyon Mağazası'nı devrettikten sonra hayatımda başka bir yola sapmaya karar verdim. O yıllarda farklı bir şeyler denemek istiyordum ve besiciliğe yöneldim. Üç yıl boyunca, Burdur’un dışında bir yerde et balıktan kasap arkadaşım Bekir Öztaş ile besicilikle uğraştım. Hayvanlarla uğraşmak, onları beslemek ve yetiştirmek beni gerçekten zorlamıştı ama aynı zamanda keyifli bir süreçti. Bu dönemde hem fiziksel hem de ruhsal olarak çok şey öğrendim. Her işin zorlukları vardır, besicilik de o kadar kolay bir iş değildi. Ancak o dönemdeki deneyimlerim, sabır ve disiplin açısından bana çok şey kattı.
Sonrasında,babamın eski yerini devralarak, Oluklaraltı (Cumhuriyet) Caddesi’ndeki dükkânı kasap dükkânına dönüştürdüm. "Hayatımda tavuk bile kesmemiştim ama kasap dükkanı çalıştırdım. Daha önceden evde besicilik yapardık, o yüzden aşinaydım. Bu işi de sevdiğim için girdim."
O zamanlar Burdur’da kasaplık yapmak da gerçekten önemli bir işti. Hem köylerden et alıp satıyorduk, hem de kasaplık mesleğini modern bir hale getirmek için uğraşıyorduk. Bu iş de bir o kadar zaman alıcıydı ama Burdur halkıyla iyi bir bağ kurmayı başardık. Kasap dükkanımda geçirdiğim 15 yıl boyunca, çok değerli dostlar edindim ve çevremdeki insanlarla daha da yakınlaştım.
Kasaplık işi de tıpkı diğer işim gibi bir süre sonra bana büyük bir tatmin sağladı. Yıllarca burada çalıştıktan sonra, hem dükkânım hem de et ticareti konusunda oldukça deneyim kazandım. Ancak bu işin de ömrü uzun olmadı. O dönemde değişen şartlar ve Burdur’daki değişen yaşam tarzları, kasap dükkânının da sonlanmasına sebep oldu. Yine de o 15 yıl, bana insanları tanıma ve onlarla güçlü bir bağ kurma açısından çok şey kattı.
Peki “Boyacı” soyadı nereden geliyor? Bu sorunun cevabını da Hüseyin amca şöyle anlatıyor:
"Bizim sülalenin kökü Senirkent’e dayanır. Koca Molla Hüseyin adlı dedemiz oradan Burdur’a göçmüş.
Benim dedemin adı da Hüseyin’di. Alevi-Bektaşi kökenliyiz ama Burdur’a gelip yıllar içinde asimile olmuşuz. Şimdi bu kültürel farkı çok da hissetmiyoruz.
Bizim aile tekstilden ayakkabıcılığa, kasaplığa kadar birçok alanda Burdur’a hizmet etti. Gerçekten köklü bir aileyiz. Bir çınar gibiyiz. Boyacıoğulları, Dadacı (şeker) yani şuan ki sarraf olan Özboyacılar.. Hepsi bu soydan
Soyadı kanunda sonra meslege gore farkli soy isimler almamışlar
Pekerler Mefruşat var mesela onlara da kız vermişiz. Aynı şekilde Serdaroğullarına da. Akrabalık bağlarımız geniştir ve hepsi bu çınarın dallarıdır.
Babam Haydar Boyacıoğlu, 1902 doğumluydu. 11 yaşındayken, 1913 yılında teyzesi onu İstanbul’a götürmüş Okutmak niyetiyle. Şu anki Darülaceze’ye, yani o zaman hem okul hem de yatılı eğitim veren bir yere kayıt ettirmeye çalışmışlar.tabi orası öksüz ve yetimleri alıyormuş babamin anne babası var diye almamışlar
Babam İstanbula gidip gelirken bir kunduracıyla tanışıyor.
"Beni çırak alır mısın?" diyor.
"Sen kimsin?" diye soruyor usta.
Babam da ailesini anlatıyor. Görüşmeler yapılıyor ve kabul ediliyor.
Babam çıraklığa başlıyor.
Bir yıl sonra, 1914’te Birinci Dünya Savaşı çıkıyor. Ustası askere alınınca, daha bir yıllık çırak olan babama dükkanı teslim edip gidiyor. Babam tam dört yıl İstanbul’da kalıyor, kunduracılığı geliştirerek öğreniyor. Dört yıl sonra dönüp Burdur’a geliyor ve burada kendi dükkanını açıyor.
Ulu Camii civarında, şimdiki Boyacevi olarak bilinen yerde yaşamışlar. O bölgede iplik boyama işiyle uğraşmışlar. El dokuma tezgâhlarında kullanılacak iplikleri boyarlarmış. O dönem halı ipi değil, kumaş dokuma ipliğiymiş bu. Yani boya işi meslek olarak o zamanlardan geliyor."
Boyacıoğlu Ailesi'nin Hatıraları
Eskiden kumaş değil de ham kaput İstanbul’a gönderilirdi. Beyaz olarak gider, orada boyanır ve kumaş olarak piyasaya sunulurdu. Bizim duyduğumuz, öğrendiğimiz büyüklerimizden böyleydi.
İplik boyama işini yapanlar ise bizden öncekiler. Babamın babası, babamın amca çocukları o işlerle uğraşmışlar. Bizim zamanımıza kalmadı.
Benim hatırladığım kadarıyla, rahmetli Memduh ve İsmail Boyacıoğlu’nun babaları Ziya Amcamgil, çocukluğumda Üç Dibek Mahallesi’ndeki o eski boyacı evde iplik boyacılığı yapardı. 1950’lerden, belki de 1955’ten sonra bu işler tamamen bitti.
Kırk Kaşıklı Boyacılar
Eskiden bu sülaleye"Kırk Kaşıklı Boyacılar" derlermiş. Meğer bu unvan, boyacıların topluca bir araya geldikleri dönemlere dayanırmış. Evler o zamanlar genişmiş; tahtalık, salon, hayatlık derken bir eve kırk, kırk beş kişi sığarmış. Hep birlikte yedikleri için bu ismi vermişler onlara. Şimdi ise sayı azala azala beş kaşığa kadar düşmüş.
“Çocukken ne yapardınız peki bu toplanmalarda?” diye sorduğumuzda yüzünde bir tebessüm belirir:
“Evvela çocukların karnı doyurulurdu. Sonra biz bir odaya geçer oyun oynardık. Ne televizyon vardı, ne telefon… Radyo her evde bulunmazdı, gramofon olan evler şanslıydı bizim vardı nostalji şarkılar dinlerdi büyüklerimiz. Biz de oturduğumuz yerde kendi oyunlarımızı yaratırdık. Mesela bir başkan seçilirdi, o ne yaparsa herkes onu yapardı. Ayak kaldırır, el sallar, taklit ederdik. Kızlı erkekli 10-15 çocuk bir odada eğlenirdik böyle
Savaş Anıları
Ailemizde Çanakkale gibi savaşlara katılan biri var mı derseniz… Akrabamız olan annemin teyzesinin oğlu Hüseyin Aksakal, Burdurlu. Birinci Dünya Harbi’ne katılmış. Savaşta yaralanıyor, bacağından vuruluyor ve esir düşüyor. Yaralıları toplayıp Mısır’a götürüyorlar. Orada bacağı tam kalçadan kesiliyor. O zamanlar onun anlattıklarını çok dinledik, çok kıymetli anıları vardı.
.
Gelecek Nesillere Tavsiyeler
Gün görmüş geçirmiş biri olarak gençlere en büyük tavsiyem: Ticaret güzel iştir ama dürüst olmak şartıyla. Teraziyi doğru tutacaksın, kimseyi kandırmayacaksın. Ne kendi malını fazla öveceksin, ne başkasının malını yereceksin. Dürüstlük her şeyin başıdır.
En önemlisi de okumak. Özellikle yükseköğrenim. Tüm çocuklar okutulmalı. Geleceğimizin temeli ilim, kültür ve eğitimdedir.
.”
Bir Ömürlük Sevda
Hüseyin amcanın hanımı Uşaklıymış. Burdur’da çalışan Zeki Yardımcı adında bir ağabey varmış, onların da kiracısıymış. Zeki ağabeyin hanımının ağabeyinin kızıymış teyzemiz. Ziyarete geldiklerinde görüp beğenmiş, istemiş, nasip olmuş. 1970’te evlenmişler, bu satırlar yazıldığında tam 55 yıllık evlilermiş. “Maşallah” demeden geçemiyor insan…
Deprem Hatırası
“1971 Depremi’ni hatırlıyor musunuz?” deyince gözleri uzaklara dalıyor:
“Tabii hatırlıyorum. Daha yeni evliydik. Mağazamız vardı, sabah ekmek almaya fırına gitmiştim. Ekmek kesilirken bir ses geldi, sanki paletli tank geçiyormuş gibi… Tangur tungur… Dedim ki, ‘eyvah deprem oluyor!’ Saat kulesi çalmaya başladı. Dükkanımız yukarı pazardaydı, şimdi merdiven olan yerin karşısında. İki bina arasındaki sokakta çatılar neredeyse birbirine değecekti. O anı öyle net hatırlıyorum ki, sanki zaman durmuştu.”
Emeklilik Günleri
Emeklilik nasıl geçiyor dersen, sabahları evde hanıma yardım ediyorum, öğleden sonraları kahvede arkadaşlara eşlik ediyorum. Günler böyle geçiyor işte.
Değerli Hüseyin amcama bu güzel bilgiler için teşekkür ederken bu guzel aileden ölenlere rahmet kalanlara sıhhat ve afiyet diliyoruz
18.04.2025
HÜSEYİN YILDIZ (KALEMŞAH )
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI HALK ŞAİRİ
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.