Türküm, doğruyum, çalışkanım.
İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,
Yurdumu, milletimi, özümden çok sevmektir.
Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir.
…
Yarınlarımızı ellerine teslim edeceğimiz dünyamızın en nadide çiçekleri olan evlatlarımızın her sabah; onurla, gururla okudukları anlamlı, coşkulu “Andımız” 27.08.2003 tarihinde okullarımızdan kaldırıldı. Andımız; bu milletin bir ferdi olmanın onurunu, gururunu çocuklarımıza yaşatıyor, millet ve yurt sevgisinin yüceliği ile bu milletin evlatlarından beklentilerini dile getiriyordu. Peki, kimler; niçin böylesine anlamlı, birlik ve bütünlüğümüzü pekiştirici, aynı vatanın aynı milletin, aynı bayrağın, aynı ülkünün evlatları olmamızdan rahatsız oldular? Bu sorunun cevabını sizlerin takdirlerinize bırakıyor ve 2022- 2023 Eğitim- Öğretim yılına buruk da olsa merhaba diyorum.
Vatanını, milletini, bayrağını, dinini, devletini, seven milli ve manevi değerlerine bağlı; ömrünü eğitim ve öğretime vakfetmiş emekli bir öğretmen olarak yıllarca feryat ettim, söyledim, yazdım. Bundan sonra da söyleyecek, yazacak, haykıracak ve feryat edeceğim:
Dedim yine diyorum; ülkemizin varlığı ve devamlılığı, yetişen nesillerin birikim ve donanımları ile doğru orantılıdır. Eğitim; milli varlığımızın hamuru, milli kültürümüzün anahtarı, kalkınmanın, refahın ve huzurun temel taşıdır. Ancak, mevcut ezberci eğitim sistem; insanımızı zihni, fikri ve beceri yönünden köreltmekte, yok etmektedir. Türkiye’mizde eğitim- öğretim adı altında uygulanan sistem sakattır, yanlışlarla doludur. Eğitim ve öğretimin şakası yoktur; geriye dönüşü mümkün değildir. Siyasi birtakım tercihler, günübirlik politikalar, adam sendeciliklerle günü kurtarma endişeleri yanlışlıklar zincirine yenilerini eklemekten öteye ülkemize, milletimize hiçbir şey kazandırmaz…
Dedim yine diyorum; yanlış yanlışla düzeltilmez. 2003 yılından bu yana tam sekiz Milli Eğitim Bakanı değiştirildi. (Hukukçu Erkan Mumcu ile Nimet Baş, Akademisyen Hüseyin Çelik, İşletmeci Ömer Dinçer, İletişimci Nabi Avcı, Mühendisler; İsmet Yılmaz, şimdiki bakan Mahmut Özer, içlerinde eğitim kökenli tek bakan çok şey düşünen; ama hiç bir şey yapmayan veya yaptırılmayan Ziya Selçuk idi. Sekiz bakana paralel de tam 14 defa köklü-köksüz sistem değişikliğine gidildi. 4+4+4 eğitim sistemi… İlköğretim yaşının 5,5’a çekme… Okullara kılık kıyafet serbestîsi… Disiplin yönetmenliğini yok sayma… Genel liselerin adların Anadolu Lisesi olarak değiştirme… Liseleri nitelikli lise/niteliksiz lise diye ayırma, Meslek lisesi olarak İmam Hatip Lisesini görme… Dershaneleri kaldırma… Liselerde üç yılda bitirilecek müfredatı dört yıla yayma… Akıllı tahta, olmadı FATİH uygulaması… Öğretmen performansı sistemi ile öğretmenleri arasına nifak sokma ve onları veliye aşağılatma... Adam kayırma, liyakati yok sayma, bir gecede iktidara yakın sendikaya üye değiller diye 50 bin okul müdürünü görevden alma… LGS yerine OKS, olmadı SBS, o da olmadı TEOG, sonra bir sabah 2003 öncesine dönerek LGS’ye yeniden dönme… Daha sayayım mı?
Peki, Bütün bu yapılanlarla çocuklarımız zekâ ve yeteneklere göre değerlendirilebilindi mi?
Hayır!
Gençlerimiz; çağın gereklerine uygun en az yabancı bir dil bilen ve donanımlı yetişebildiler mi?
Hayır!
Çocuklarımız ve gençlerimiz milletiyle, kültürüyle, tarihiyle, diniyle, diliyle, devletiyle, milli ve manevi değerleriyle dost edebilindi mi?
Hayır!
Çocuklarımızın ve gençlerimizin kalpleri sevgi ile bezenebilindi mi?
Hayır!
PISA’nın değerlendirme sonuçlarına göre Türkiye, 70 ülke içinde 50’inci, Başka bir değerlendirmede 145 ülke içerisinde 104 sırada...
Ne acı ki 2022 Haziran ayında yapılan üniversite sınav sonuçlarına göre: 96 bin 518 gencimiz, (0) puan alarak elendi! Gençlerimiz, Temel Yeterlilik Sınavında, 40 soruluk Türkçe testinde 17,7 net, 40 soruluk matematik testinde 6,9 net, 20 soruluk sosyal bilimler testinde 7,9 net, 20 soruluk Fen Bilimleri testini ise 3,2 net bırakabildi. Sonuç: bırakın yabancı bir dili, kendi dilini dahi yarım yamalak bilen, matematik, sosyal bilimler, fen bilimlerinden bihaber bir gençlik…
Peki, neden? Niçin? İşte bu nedenler, niçinler aranıp çözümler üretme yolunda gayret gösterilmesi gerekirken bakanlık hâlâ havanda su dövüyor. Eğitim öğretimimiz maalesef yerlerde sürünüyor. Çocuklarımız ve gençlerimiz, umutsuz, karamsar, yarınlarından endişeli… Biat ettirilmeye zorlanan, robotlaştırılan, korkutulan, ezdirilen, bıktırılan bir yönetim kadrosu, ayrıştırılarak morali ve enerjisi tüketilmiş bir öğretmen ordusu…
Emekli bir öğretmen olarak elbette yeni bir eğitim- öğretim yılının başlangıcında güzel şeyler söylemek isterdim. Ancak 1949 yılında Marşal yardımı karşılığında ABD ile yapılan ve o tarihten itibaren uygulanan; son 20 yılda ise büyük ivme kazanan “Fulbright Anlaşması” ile bir milletin eğitim yolu ile nasıl yok edildiğini gören biri olarak kahrımı dile getirmek zorunda kaldım. Dedim ya nefes aldığım sürece eğitimdeki bu kötü gidişi yazmaya devam edeceğim. Olur ya uyuyanların gözleri açılır; olur ya belki uyutulanlar kendine gelirler.