Hadi Önal
Köşe Yazarı
Hadi Önal
 

CUMHURİYET İLK ŞEHİDİ MEHMET ZEKİ DÜNDAR ALP

  Bilinmeyen, anılmayan, adına tören düzenlenmeyen, unutulan, unutturulmaya çalışılan Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık yüzü, Cumhuriyetin ilk şehidi kimdir, diye sorsalar ne cevap verirsiniz, bilmiyorum; ama ben bu bana soranın yüzüne şaşkınca bakardım. Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhuriyet şehidi…  İzmir’deyim. Telefonum çaldı, açtım. Arayan Fırat Üniversitesi Tarih bölümü Profesörü Orhan Kılıç’tı. Hal hatır sormanın ardından Orhan Bey; “Hadi Bey, senden bir ricam olacak, senin Menemen’de İlçe Milli Eğitim Müdürü olarak görev yaptığını biliyorum. Benim için Menemen’e gider misin?” Tereddütsüz “olur”, dedim.   Ardından ‘Cumhuriyetin Yüzüncü Yılında İz Bırakan 100 Elazığlı’ adı altında bir armağan kitap hazırladığını bu kitaptaki yüz yüzden birinin de Cumhuriyet’in il şehidi Mehmet Zeki olduğunu söyledi. Doğrusu şaşırmıştım. Gerçi Elazığ Olgunlar Mahallesinde Mehmet Zeki adı verilen köklü bir okul vardı; ama ben okula bu ismini veren şahsı tanımıyordum. Orhan Bey, araştırma yaptığını ancak Cumhuriyet’in bu ilk şehidinin fotoğrafına ulaşamadığını söyledi. 23 Aralık 1930 yılında başı kesilerek şehit edilen yedek subay- öğretmen Kubilay için 1931 yılında her iki şehit için Menemen Kubilay İlkokulu’nda bir büyük tören yapıldığını bu tören vesilesi ile okul salonunda düzenlenen köşede iki şehidin de fotoğraflarının bulunduğunu söyledi.  Prof. Dr. Orhan Kılıç Bey’in benden istediği, bu fotoğrafa ulaşıp kendisine göndermemdi.   Menemen’e Kubilay ilkokuluna gittim. Kendimi tanıttım.  Okul Müdürü Dursun Özer, bir büyük ilgi gösterdi. “Hoca’m bu okul üç defa yeniden inşa edildi. Arşivimizi salonda sergiliyoruz; ama böyle bir fotoğraf maalesef yok, dedi.  Durumu Prof. Orhan Kılıç’a ilettim.  Peki, kimdi bu Mehmet Zeki? Nasıl olurda bu güne kadar bu şehidimizi tanımamıştım. Üstelik ben, Elazığ’ın köklü okullarından olan Mezre Ortaokulunda da uzun yıllar yönetici olarak çalışmıştım. Evet, Mehmet Zeki isimli bir okulumuz vardı. Vardı da… Sonra her ne hikmetse bizlerden saklanan bu gerçek kahramanın arkadaşları tarafından kaleme alınan hatıraları ile Cumhuriyet’imizin ilk şehidinin bilgilerine ulaştım. Hayretler içerisindeydim. Cumhuriyete yürekten inanan, inandığı değerler için mücadele eden ve bedel olarak da Diyarbakır’ın Lice ilçesinde Şeyh Said taraftarları tarafından önce tekme ve tüfek dipçikleri ile linç edilen ardından cesedi ata bağlanarak Lice sokaklarında sürüklenen, cesedi köpeklere yedirilen bu kahramanı tanıdıkça içim öylesine burkuldu ki anlatamam. Gelin isterseniz bu vatanperver kahramanı, Cumhuriyet’in ilk şehidi Mehmet Zeki Dündar Alp’i yakından tanıyalım.   Mehmet Zeki, 1896 yılında Arapgir’de dünyaya gelir. Şimdilerde Malatya’nın bir ilçesi olan Arapgir o tarihlerde Elazığ’a bağlıdır. Mehmet Zeki’nin babası Kamber Çavuş, Elazığ merkezine bağlı Çulçapur (Dedepınarı) köyündendir. Mehmet Zeki’nin dünyaya geldiği tarihte Kamber Çavuş, jandarma çavuşu olarak Arapgir’de görev yapmaktadır. Asiye Hanımla evli olan Kamber Çavuş’un bu evlilikten dördü kız biri erkek beş çocukları olmuştur.   Mehmet Zeki, adı gibi zeki bir çocuktur. 1913 yılında o zamanki adı ile İstanbul Erkek Muallim Mektebi’nden mezun olur. Mehmet Zeki, çok okuyan, kültür hazinesi geniş, Türkçü ve milliyetçi kimlikleri ile tanınan aynı zamanda başta ud ve piyano olmak üzere tüm enstrümanları ustalıkla kullanan müzik kültürü yüksek bir öğretmendir. Doğu’da görev yapmak ister. 1924 yılında başöğretmen olarak bugünkü Bingöl ilimizin sınırları içerisinde olan o zamanki adıyla Çapakçur ilçesine tayin edilir. O zamanlar Bingöl diye bir il yoktur. Vilayet merkezi, bugün Bingöl iline bağlı Genç ilçesidir.   Kurtuluş Savaşı sona ermiş, işgalci güçler çekilmiş, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları belirlenmiştir.  Ancak özellikle İngilizlerin ısrarı ve direnmesi sonucu misakı milli sınırları içerisinde olan Musul, Kerkük ve çevresinin statüsü iki devlet arasında halledilmesi gereken bir mesele olduğu şayet Türkiye ve İngiltere bu meseleyi çözemezlerse o zaman milletler cemiyeti karara varacaktır, denmiş ve Musul Kerkük ve çevresinin statüsü sonraki bir zamana ertelenmiştir. Oyun içinde ‘İngiliz oyunu’ vardır.   29 Ekim Cumhuriyet’in kuruluşunun üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmiştir. Takvim yaprakları Şubat 1925’i göstermektedir. Geçen bir buçuk yıllık süre içerinde İngiliz casusları boş durmamış Doğu Anadolu’da şeri hükümlere dayalı bir Kürt devleti kurmak için gerekli şartları hazırlamışlardır. Tarihte adından Şeyh Said İsyanı olarak geçen isyanın hazırlıkları büyük bir gizlilik içerisinde olanca hızı ile devam etmektedir.   ***  Mehmet Zeki, Çapakçur, sonradan adı Bingöl olacak olan ilçede başöğretmen olarak görev yapmaktadır. Türkiye’nin ufuklarında ay yıldızlı bayrakla donatan 16. Türk devleti olarak doğan bu yeni devletin ana ilkesi insanın insana kulluğuna son vermektir. Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı vatansever, milliyetperver öğretmen Mehmet Zeki, yeni yönetim hakkında ilçenin ileri gelenleriyle toplantılar yapar, yapılan toplantılara katılır. Toplantılarda Cumhuriyet yönetiminin faziletlerini anlatır. Bu toplantılar esnasında gördüğü ve edindiği izlenimlerle genç Türkiye Cumhuriyet’i ve onun kurucusu Gazi Mustafa Kemal aleyhinde bir büyük kalkışma ve isyanın tohumlarının atıldığını görür. Bu arada Cumhuriyet ve onun kurucusu olan Mustafa Kemal’e karşı olduğunu gittiği her yerde ve katıldığı her toplantıda dile getiren Şeyh Said Çapakçur’u ziyaret eder. Şeyh Said’in başını çektiği Cumhuriyet düşmanı ayrılıkçı ve gerici güçler bir büyük isyan için var güçleri ile hazırlık yapmaktadırlar. Mehmet Zeki, yakından şahit olduğu bu durumu; Çapakçur Kaymakamı Hüseyin Hilmi’ye iletir. Kaymakam olanlar karşısında suskundur. Mehmet Zeki bu defa bu isyan hazırlığını Genç Valisi İsmail Hakkı Bey’e iletir. Sonuç alamaz. Üzgündür, kırgındır ama yılgınlığa düşmez. Bu defa da ili ve ilçeyi atlayarak telgraflarla doğrudan Ankara’ya, Mustafa Kemal’e ulaşır. Çektiği üç ayrı telgrafla Ankara’nın dikkatini çekmeye çalışır. Ankara, Genç valisinden konuyla ilgili bilgi ister. Valilik verdiği bilgide “ihbarın asılsız olduğunu, öğretmenin bir ot ve saman meselesi yüzünden iftira attığını” ileri sürer. Öğretmen Mehmet Zeki, asılsız suçlamalarda bulunduğu gerekçesi ile önce başöğretmenlikten sonra öğretmenlikten alınır ve mahkemeye verilir. Kendisinin katılmadığı yargılama sonucunda gerçek dışı suçlamalarda bulunduğu gerekçesiyle üç ay hapis ve beş Osmanlı altını para cezasına çarptırılır. Bu hükmün verildiği günden üç gün sonra, 13 Şubat 1925’te Şeyh Said isyanı başlar. Şeyh Said ve taraftarları 16 Şubat 1925’te Genç valiliğini basar valiyi ve öteki görevlileri esir alır. “Emir-ül Mücahidin Muhammed Said Nakşıbendi” adı ile yayınladığı bildirilerle “dinin elden gittiğini” beyanla Türkiye Cumhuriyetine karşı halkı ayaklanmaya çağırır.  Mehmet Zeki’nin eli kolu bağlanmış, sevdiği öğretmenlik mesleğine son verilmiştir. Gelişen irtica hareketi karşısında ailesinin ve kendisinin hayati tehlikede olduğunu görür. Eşini ve çocuklarını yanına alarak Çapakçur’dan ayrılır. Diyarbakır Lice ilçesindeki eniştesi Abdulgani Efendinin yanına gider. İsyan genişler yeni katılımlarla büyür, Bingöl, Muş, Elazığ, Diyarbakır kısaca Doğu Anadolu’yu ahtapotun kolları gibi sarar. Gelişmeler üzerine Ankara, Doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan eder. 23 Şubat'ta ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri Muş Ovası'nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır'a çekilmek zorunda kalır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti bu isyanla uğraşırken Musul, Kerkük ve çevresi sessiz sedasız İngilizlerin mandası altında olan Irak’a verilir. İsyan, 15 Nisan 1925 yılına kadar devam eder. Şeyh Said ve çevresindekiler yakalanarak Diyarbakır’a götürülür.  Lice’deki isyancılar, 23 Nisan 1925 büyük Millet Meclisinin açılışının 5. Yıldönümünde isyanın olacağını devlete ihbar ederek isyanın yeterli hazırlıklar yapılmadan üç ay önce başlamasına neden olduğu, dolayısıyla isyanın başarısızlığa uğramasından sorumlu tuttukları Mehmet Zeki’nin kaldığı evi basarlar. Onu; karısının, altı yaşındaki oğlu Necati ve 14 yaşındaki yeğeninin gözlerinin önünde tüfek dipçikleri ile vura vura linç ederler;  yaptıkları ile yetinmeyip cesedini bir atın kuyruğuna bağlayarak Lice sokaklarında dolaştırırlar. Paramparça olmuş cesedi getirip okulun bahçesine atarlar ve iki gün boyunca cesede kimsenin yaklaşmasına izin vermezler. Hükümet kuvvetlerinin Lice’ye girmesiyle Mehmet Zeki’nin kemikleri törenle Lice mezarlığında toprağa verilir.   Cumhuriyet’in bu ilk şehidi Mehmet Zeki Dündar Alp, Atatürk yaşadığı sürece yapılan törenlerle anılır, sonra unutulur veya unutturulur. Yıllar sonra Fırat Üniversitesi Tarih Profesörü Orhan Kılıç’ın hazırlamış olduğu ‘Cumhuriyetin Yüzüncü Yılında İz Bırakan 100 Elazığlı’ adlı kitapta bu kahraman, Cumhuriyet’in ilk şehidinin hakkı teslim edilerek tarih sayfalarındaki yerini alır. Cumhuriyet’in ilk şehidi Mehmet Zeki Dündar Alp’i rahmet, şükran ve nimetle anıyor ve bizlere bilinen ancak görmezden gelinen, unutturulan şehidi tarihe kazandırdığı için Fırat Üniversitesi Tarih Profesörü Orhan Kılıç’a teşekkür ediyoruz.   Ne diyordu bir şiirinde İstiklal Marşımızı yazan Mehmet Akif Ersoy: "Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;/ Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” Misakı milli sınırları içerinde olan Musul, Kerkük ve çevresi İngiliz oyunu ve o oyunun piyonu Şeyh Said ve taraftarlarının isyanı ile vatan topraklarından koparıldı. Dış güçlerin oyunu bitti mi? Bitmedi. Dün İngiliz vardı bugün Amerika… Türkiye’mizde,  cennet vatanımızda, bugün aktif olan dokuz tarikat ve bunlara bağlı 85 cemaat var. Bu cemaatlerden biri Nakşibendi tarikatına bağlı FETÖ idi. Kendi meclisini bombalayacak kadar alçalan bu cemaatin yaptıklarını yaşadık. Türkiye’mizde bugün, İslam’ın aydınlık yüzünü vakıfları kendilerine maske yaparak holdingleşen yerden bitmeler; bilinerek ve istenerek ifrat ve tefrit arasında biri diğerine düşman gruplar var. Ayrıştırma, ötekileştirmeden siyasi rant elde edenler var….  Düşman kavi… Oyun gani… Türk düşmanlarının nerede ne yapacağı, yapacakları, hangi kişi veya örgütleri nasıl ve ne zaman kullanacağı bilinmez.  Türk adını, dedelerimizin kanları ile sulanan bu topraklardan silmek isteyen harici ve dâhili düşmanlarımızın oyunlarına gelmemek için uyanık olmak şart! Başka bir Türkiye yok.       Hadi Önal/22 Eylül 2024 /Elazığ 
Ekleme Tarihi: 22 Eylül 2024 - Pazar

CUMHURİYET İLK ŞEHİDİ MEHMET ZEKİ DÜNDAR ALP

 

Bilinmeyen, anılmayan, adına tören düzenlenmeyen, unutulan, unutturulmaya çalışılan Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık yüzü, Cumhuriyetin ilk şehidi kimdir, diye sorsalar ne cevap verirsiniz, bilmiyorum; ama ben bu bana soranın yüzüne şaşkınca bakardım. Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhuriyet şehidi… 

İzmir’deyim. Telefonum çaldı, açtım. Arayan Fırat Üniversitesi Tarih bölümü Profesörü Orhan Kılıç’tı. Hal hatır sormanın ardından Orhan Bey; “Hadi Bey, senden bir ricam olacak, senin Menemen’de İlçe Milli Eğitim Müdürü olarak görev yaptığını biliyorum. Benim için Menemen’e gider misin?” Tereddütsüz “olur”, dedim.   Ardından ‘Cumhuriyetin Yüzüncü Yılında İz Bırakan 100 Elazığlı’ adı altında bir armağan kitap hazırladığını bu kitaptaki yüz yüzden birinin de Cumhuriyet’in il şehidi Mehmet Zeki olduğunu söyledi. Doğrusu şaşırmıştım. Gerçi Elazığ Olgunlar Mahallesinde Mehmet Zeki adı verilen köklü bir okul vardı; ama ben okula bu ismini veren şahsı tanımıyordum. Orhan Bey, araştırma yaptığını ancak Cumhuriyet’in bu ilk şehidinin fotoğrafına ulaşamadığını söyledi. 23 Aralık 1930 yılında başı kesilerek şehit edilen yedek subay- öğretmen Kubilay için 1931 yılında her iki şehit için Menemen Kubilay İlkokulu’nda bir büyük tören yapıldığını bu tören vesilesi ile okul salonunda düzenlenen köşede iki şehidin de fotoğraflarının bulunduğunu söyledi.  Prof. Dr. Orhan Kılıç Bey’in benden istediği, bu fotoğrafa ulaşıp kendisine göndermemdi.  

Menemen’e Kubilay ilkokuluna gittim. Kendimi tanıttım.  Okul Müdürü Dursun Özer, bir büyük ilgi gösterdi. “Hoca’m bu okul üç defa yeniden inşa edildi. Arşivimizi salonda sergiliyoruz; ama böyle bir fotoğraf maalesef yok, dedi.  Durumu Prof. Orhan Kılıç’a ilettim. 

Peki, kimdi bu Mehmet Zeki? Nasıl olurda bu güne kadar bu şehidimizi tanımamıştım. Üstelik ben, Elazığ’ın köklü okullarından olan Mezre Ortaokulunda da uzun yıllar yönetici olarak çalışmıştım. Evet, Mehmet Zeki isimli bir okulumuz vardı. Vardı da… Sonra her ne hikmetse bizlerden saklanan bu gerçek kahramanın arkadaşları tarafından kaleme alınan hatıraları ile Cumhuriyet’imizin ilk şehidinin bilgilerine ulaştım. Hayretler içerisindeydim. Cumhuriyete yürekten inanan, inandığı değerler için mücadele eden ve bedel olarak da Diyarbakır’ın Lice ilçesinde Şeyh Said taraftarları tarafından önce tekme ve tüfek dipçikleri ile linç edilen ardından cesedi ata bağlanarak Lice sokaklarında sürüklenen, cesedi köpeklere yedirilen bu kahramanı tanıdıkça içim öylesine burkuldu ki anlatamam. Gelin isterseniz bu vatanperver kahramanı, Cumhuriyet’in ilk şehidi Mehmet Zeki Dündar Alp’i yakından tanıyalım.  

Mehmet Zeki, 1896 yılında Arapgir’de dünyaya gelir. Şimdilerde Malatya’nın bir ilçesi olan Arapgir o tarihlerde Elazığ’a bağlıdır. Mehmet Zeki’nin babası Kamber Çavuş, Elazığ merkezine bağlı Çulçapur (Dedepınarı) köyündendir. Mehmet Zeki’nin dünyaya geldiği tarihte Kamber Çavuş, jandarma çavuşu olarak Arapgir’de görev yapmaktadır. Asiye Hanımla evli olan Kamber Çavuş’un bu evlilikten dördü kız biri erkek beş çocukları olmuştur.  

Mehmet Zeki, adı gibi zeki bir çocuktur. 1913 yılında o zamanki adı ile İstanbul Erkek Muallim Mektebi’nden mezun olur. Mehmet Zeki, çok okuyan, kültür hazinesi geniş, Türkçü ve milliyetçi kimlikleri ile tanınan aynı zamanda başta ud ve piyano olmak üzere tüm enstrümanları ustalıkla kullanan müzik kültürü yüksek bir öğretmendir. Doğu’da görev yapmak ister. 1924 yılında başöğretmen olarak bugünkü Bingöl ilimizin sınırları içerisinde olan o zamanki adıyla Çapakçur ilçesine tayin edilir. O zamanlar Bingöl diye bir il yoktur. Vilayet merkezi, bugün Bingöl iline bağlı Genç ilçesidir.  

Kurtuluş Savaşı sona ermiş, işgalci güçler çekilmiş, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları belirlenmiştir.  Ancak özellikle İngilizlerin ısrarı ve direnmesi sonucu misakı milli sınırları içerisinde olan Musul, Kerkük ve çevresinin statüsü iki devlet arasında halledilmesi gereken bir mesele olduğu şayet Türkiye ve İngiltere bu meseleyi çözemezlerse o zaman milletler cemiyeti karara varacaktır, denmiş ve Musul Kerkük ve çevresinin statüsü sonraki bir zamana ertelenmiştir. Oyun içinde ‘İngiliz oyunu’ vardır.  

29 Ekim Cumhuriyet’in kuruluşunun üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmiştir. Takvim yaprakları Şubat 1925’i göstermektedir. Geçen bir buçuk yıllık süre içerinde İngiliz casusları boş durmamış Doğu Anadolu’da şeri hükümlere dayalı bir Kürt devleti kurmak için gerekli şartları hazırlamışlardır. Tarihte adından Şeyh Said İsyanı olarak geçen isyanın hazırlıkları büyük bir gizlilik içerisinde olanca hızı ile devam etmektedir.  

*** 

Mehmet Zeki, Çapakçur, sonradan adı Bingöl olacak olan ilçede başöğretmen olarak görev yapmaktadır. Türkiye’nin ufuklarında ay yıldızlı bayrakla donatan 16. Türk devleti olarak doğan bu yeni devletin ana ilkesi insanın insana kulluğuna son vermektir. Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı vatansever, milliyetperver öğretmen Mehmet Zeki, yeni yönetim hakkında ilçenin ileri gelenleriyle toplantılar yapar, yapılan toplantılara katılır. Toplantılarda Cumhuriyet yönetiminin faziletlerini anlatır. Bu toplantılar esnasında gördüğü ve edindiği izlenimlerle genç Türkiye Cumhuriyet’i ve onun kurucusu Gazi Mustafa Kemal aleyhinde bir büyük kalkışma ve isyanın tohumlarının atıldığını görür. Bu arada Cumhuriyet ve onun kurucusu olan Mustafa Kemal’e karşı olduğunu gittiği her yerde ve katıldığı her toplantıda dile getiren Şeyh Said Çapakçur’u ziyaret eder. Şeyh Said’in başını çektiği Cumhuriyet düşmanı ayrılıkçı ve gerici güçler bir büyük isyan için var güçleri ile hazırlık yapmaktadırlar. Mehmet Zeki, yakından şahit olduğu bu durumu; Çapakçur Kaymakamı Hüseyin Hilmi’ye iletir. Kaymakam olanlar karşısında suskundur. Mehmet Zeki bu defa bu isyan hazırlığını Genç Valisi İsmail Hakkı Bey’e iletir. Sonuç alamaz. Üzgündür, kırgındır ama yılgınlığa düşmez. Bu defa da ili ve ilçeyi atlayarak telgraflarla doğrudan Ankara’ya, Mustafa Kemal’e ulaşır. Çektiği üç ayrı telgrafla Ankara’nın dikkatini çekmeye çalışır. Ankara, Genç valisinden konuyla ilgili bilgi ister. Valilik verdiği bilgide “ihbarın asılsız olduğunu, öğretmenin bir ot ve saman meselesi yüzünden iftira attığını” ileri sürer. Öğretmen Mehmet Zeki, asılsız suçlamalarda bulunduğu gerekçesi ile önce başöğretmenlikten sonra öğretmenlikten alınır ve mahkemeye verilir. Kendisinin katılmadığı yargılama sonucunda gerçek dışı suçlamalarda bulunduğu gerekçesiyle üç ay hapis ve beş Osmanlı altını para cezasına çarptırılır. Bu hükmün verildiği günden üç gün sonra, 13 Şubat 1925’te Şeyh Said isyanı başlar. Şeyh Said ve taraftarları 16 Şubat 1925’te Genç valiliğini basar valiyi ve öteki görevlileri esir alır. “Emir-ül Mücahidin Muhammed Said Nakşıbendi” adı ile yayınladığı bildirilerle “dinin elden gittiğini” beyanla Türkiye Cumhuriyetine karşı halkı ayaklanmaya çağırır. 

Mehmet Zeki’nin eli kolu bağlanmış, sevdiği öğretmenlik mesleğine son verilmiştir. Gelişen irtica hareketi karşısında ailesinin ve kendisinin hayati tehlikede olduğunu görür. Eşini ve çocuklarını yanına alarak Çapakçur’dan ayrılır. Diyarbakır Lice ilçesindeki eniştesi Abdulgani Efendinin yanına gider. İsyan genişler yeni katılımlarla büyür, Bingöl, Muş, Elazığ, Diyarbakır kısaca Doğu Anadolu’yu ahtapotun kolları gibi sarar. Gelişmeler üzerine Ankara, Doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan eder. 23 Şubat'ta ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri Muş Ovası'nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır'a çekilmek zorunda kalır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti bu isyanla uğraşırken Musul, Kerkük ve çevresi sessiz sedasız İngilizlerin mandası altında olan Irak’a verilir. İsyan, 15 Nisan 1925 yılına kadar devam eder. Şeyh Said ve çevresindekiler yakalanarak Diyarbakır’a götürülür. 

Lice’deki isyancılar, 23 Nisan 1925 büyük Millet Meclisinin açılışının 5. Yıldönümünde isyanın olacağını devlete ihbar ederek isyanın yeterli hazırlıklar yapılmadan üç ay önce başlamasına neden olduğu, dolayısıyla isyanın başarısızlığa uğramasından sorumlu tuttukları Mehmet Zeki’nin kaldığı evi basarlar. Onu; karısının, altı yaşındaki oğlu Necati ve 14 yaşındaki yeğeninin gözlerinin önünde tüfek dipçikleri ile vura vura linç ederler;  yaptıkları ile yetinmeyip cesedini bir atın kuyruğuna bağlayarak Lice sokaklarında dolaştırırlar. Paramparça olmuş cesedi getirip okulun bahçesine atarlar ve iki gün boyunca cesede kimsenin yaklaşmasına izin vermezler. Hükümet kuvvetlerinin Lice’ye girmesiyle Mehmet Zeki’nin kemikleri törenle Lice mezarlığında toprağa verilir.  

Cumhuriyet’in bu ilk şehidi Mehmet Zeki Dündar Alp, Atatürk yaşadığı sürece yapılan törenlerle anılır, sonra unutulur veya unutturulur. Yıllar sonra Fırat Üniversitesi Tarih Profesörü Orhan Kılıç’ın hazırlamış olduğu ‘Cumhuriyetin Yüzüncü Yılında İz Bırakan 100 Elazığlı’ adlı kitapta bu kahraman, Cumhuriyet’in ilk şehidinin hakkı teslim edilerek tarih sayfalarındaki yerini alır. Cumhuriyet’in ilk şehidi Mehmet Zeki Dündar Alp’i rahmet, şükran ve nimetle anıyor ve bizlere bilinen ancak görmezden gelinen, unutturulan şehidi tarihe kazandırdığı için Fırat Üniversitesi Tarih Profesörü Orhan Kılıç’a teşekkür ediyoruz.  

Ne diyordu bir şiirinde İstiklal Marşımızı yazan Mehmet Akif Ersoy: "Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;/ Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” Misakı milli sınırları içerinde olan Musul, Kerkük ve çevresi İngiliz oyunu ve o oyunun piyonu Şeyh Said ve taraftarlarının isyanı ile vatan topraklarından koparıldı. Dış güçlerin oyunu bitti mi? Bitmedi. Dün İngiliz vardı bugün Amerika… Türkiye’mizde,  cennet vatanımızda, bugün aktif olan dokuz tarikat ve bunlara bağlı 85 cemaat var. Bu cemaatlerden biri Nakşibendi tarikatına bağlı FETÖ idi. Kendi meclisini bombalayacak kadar alçalan bu cemaatin yaptıklarını yaşadık. Türkiye’mizde bugün, İslam’ın aydınlık yüzünü vakıfları kendilerine maske yaparak holdingleşen yerden bitmeler; bilinerek ve istenerek ifrat ve tefrit arasında biri diğerine düşman gruplar var. Ayrıştırma, ötekileştirmeden siyasi rant elde edenler var…. 

Düşman kavi… Oyun gani… Türk düşmanlarının nerede ne yapacağı, yapacakları, hangi kişi veya örgütleri nasıl ve ne zaman kullanacağı bilinmez.  Türk adını, dedelerimizin kanları ile sulanan bu topraklardan silmek isteyen harici ve dâhili düşmanlarımızın oyunlarına gelmemek için uyanık olmak şart! Başka bir Türkiye yok.    

 

Hadi Önal/22 Eylül 2024 /Elazığ 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.