Hadi Önal
Köşe Yazarı
Hadi Önal
 

DEYİM VE ATAÖZLERİNİN DİLİ

İnsan; bir konuyu, olayı, bir durumu anlatmakta zorluk çekince dilin yüz yıllar içerisinde ürettiği ve olgunlaştırdığı sözün billurlaşmış kalıplarına sarılır. Yaşanmışlığın, tecrübenin, deneyimin şekillendirdiği bu söz kalıplar, deyim ve atasözleridir.    Söylersiniz, söylemekten bıkarsınız karşıdaki anlamaz veya anlamamakta ısrar ederse bu durumda hemen bir deyim imdadınıza yetişir; “dilimizde tüy bitti”, dersiniz. Sonra da bu anlayışsız kişiye; “ne kalın kafalı bir adam”, demek zorunda kalırsınız. Kendisi ihtiyaç sahibi, başkalarının yardımı olmadan geçinemeyecek durumda olan; ancak sırf gösteriş olsun diye elindekileri başkalarına veren tipler için; “Sultanahmet’te dilenip Ayasofya’da sadaka vermek.”, deyimini kullanırsınız. Görüldüğü üzere deyimler, yaşanmışlığın olduğu kadar tecrübenin de ürünlerdir. Deyimler, düşünceye renk, anlatıma güzellik ve güç katar.    Özü sözü bir olmayan, riyakâr tipler için “ikiyüzlü adam” deyimi çok sık kullanılır. Gerçi günümüzün dün kara dediğine bugün ak hatta apak diyen bukalemun tipli yanardönerler “ikiyüzlülük” deyimini çoktan “gölgede bırakmışlar” ya! Olsun biz yine de dün olduğu gibi bugün de “yanlışa yanlış, doğruya doğru”, diyerek ve de Akif’in veciz olarak ifade ettiği: “sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” sözünü rehber alarak yolumuza devam edelim.     Ne demişti Ziya Paşa: “Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir/ Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”  “Kötek”, biliyorsunuz “dayak atmak” anlamında kullanılır. Ben şahsen “dayak cennetten çıkmıştır” sözüne inananlardan değilim. Hatta bir şiddet aleti olan sopaya ve onun fiiliyatı dayağa şiddetle karşıyım. Ancak “dayak atmak” ya da “dayak yemek” denince akla hemen dayak ve onun aracı olarak sopa gelmemelidir.  En büyük dayak, muhatabının yaptığı yanlış ve hataları sıralayarak yapılan sözlü hatırlatmalardır. İkaz ve hatırlatmalara rağmen “bildiğini okumaya” devam eden “dayak arsızları ve dayak düşkünlerinin”  de doğrusu “kuyruğunu çekmekten” başka çare yoktur.     Dayak kümesinin alt elemanı olan değneğe gelince onunla ile ilgili dilimizde hatırı sayılır miktarda deyim vardır. Mesela tehlikeli ve dengesiz kişilere yetki verilmesi ve onlara güvenilmemesini anlatmak için: “Delinin eline değnek vermek” deyimi; hangi çareye başvurulursa vurulsun çıkış yolu bulunmayan durumlarda; “iki ucu da b.klu değnek”, bir düşünceye körü körüne bağlılığı ifade etmek için “kör değneğini beller” deyimleri kullanılır.     Birine yaptığı uygunsuz işlerde destek sağlamak amacı ile dillendirdiğimiz “koltuk değneği” deyimi her nedense günümüz Türkiye’sinde çok kullanılır oldu. Değnek dedim de aklıma geldi; bilirsiniz, sıkça duyduğumuz sözlerden biri de “değnekçiliktir”. Değnekçilik, motorlu taşıtların çalıştığı yerlerde yolcuların taşıtlara binişinin yanı sıra taşıtların düzenini sağlama görevidir. Bu görevin dışında otopark yapmaya elverişli yerlerde vatandaştan tehditle park ücret alan zorbalara da “değnekçi” denir. Değnekçilik bir yerde “kraldan çok kral kesilmek” deyiminin ifade ettiği anlama da yakındır. Hani birinin davasını ondan daha çok savunur olmak var ya bana kalırsa bu, bir nevi değnekçiliktir. Bu tür değnekçiliğin “yağcılıkla” çok sıkı bir göbek bağının olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bilirsiniz yağcılık, kendisine saygısını kaybetmiş insanların; çıkarları uğruna başkalarına gereksiz ya da hak etmediği iltifatlarda bulunması, onun söylediği her sözü, yaptığı her işi doğru bularak alkışlamasıdır. Atalar, “yağcılığın sonu ayakçılıktır”, demişler. İşte bu noktada “yağcılığın” “değnekçilikle” ve “ayakçılıkla” yolları kesişmektedir.    Şimdi bana, bir insan için dünyanın en alçaltıcı durumu nedir diye sorsalar, “tükürdüğünü yalamak”, çıkarı, çıkını, mevki ve makamı için bir zamanlar “yüzüne tükürdüğü insana”  “yalakalık yapmaktır”, derim. Adı, sanı, makamı, mevkii ne olursa olsun böylesine “kişiliksiz”, “omurgasız” ve “pespaye” insanların hâlâ insanım diye toplum içerisinde dolaşması hele de toplum tarafında yadırganmaması ise incelenmesi gereken sosyal, nörolojik ve psikolojik bir vakıadır.     Biz, yine “Adam yokluğunda, keçiye Abdurrahman Çelebi derler.”, dendiğini bilerek ve de “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.” ,diyerek yazımızı noktalayalım.         Hadi ÖNAL/ ELAZIĞ                             
Ekleme Tarihi: 08 Aralık 2024 - Pazar

DEYİM VE ATAÖZLERİNİN DİLİ

İnsan; bir konuyu, olayı, bir durumu anlatmakta zorluk çekince dilin yüz yıllar içerisinde ürettiği ve olgunlaştırdığı sözün billurlaşmış kalıplarına sarılır. Yaşanmışlığın, tecrübenin, deneyimin şekillendirdiği bu söz kalıplar, deyim ve atasözleridir. 
 
Söylersiniz, söylemekten bıkarsınız karşıdaki anlamaz veya anlamamakta ısrar ederse bu durumda hemen bir deyim imdadınıza yetişir; “dilimizde tüy bitti”, dersiniz. Sonra da bu anlayışsız kişiye; “ne kalın kafalı bir adam”, demek zorunda kalırsınız. Kendisi ihtiyaç sahibi, başkalarının yardımı olmadan geçinemeyecek durumda olan; ancak sırf gösteriş olsun diye elindekileri başkalarına veren tipler için; “Sultanahmet’te dilenip Ayasofya’da sadaka vermek.”, deyimini kullanırsınız. Görüldüğü üzere deyimler, yaşanmışlığın olduğu kadar tecrübenin de ürünlerdir. Deyimler, düşünceye renk, anlatıma güzellik ve güç katar. 
 
Özü sözü bir olmayan, riyakâr tipler için “ikiyüzlü adam” deyimi çok sık kullanılır. Gerçi günümüzün dün kara dediğine bugün ak hatta apak diyen bukalemun tipli yanardönerler “ikiyüzlülük” deyimini çoktan “gölgede bırakmışlar” ya! Olsun biz yine de dün olduğu gibi bugün de “yanlışa yanlış, doğruya doğru”, diyerek ve de Akif’in veciz olarak ifade ettiği: “sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” sözünü rehber alarak yolumuza devam edelim.  
 
Ne demişti Ziya Paşa: “Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir/ Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”  “Kötek”, biliyorsunuz “dayak atmak” anlamında kullanılır. Ben şahsen “dayak cennetten çıkmıştır” sözüne inananlardan değilim. Hatta bir şiddet aleti olan sopaya ve onun fiiliyatı dayağa şiddetle karşıyım. Ancak “dayak atmak” ya da “dayak yemek” denince akla hemen dayak ve onun aracı olarak sopa gelmemelidir.  En büyük dayak, muhatabının yaptığı yanlış ve hataları sıralayarak yapılan sözlü hatırlatmalardır. İkaz ve hatırlatmalara rağmen “bildiğini okumaya” devam eden “dayak arsızları ve dayak düşkünlerinin”  de doğrusu “kuyruğunu çekmekten” başka çare yoktur.  
 
Dayak kümesinin alt elemanı olan değneğe gelince onunla ile ilgili dilimizde hatırı sayılır miktarda deyim vardır. Mesela tehlikeli ve dengesiz kişilere yetki verilmesi ve onlara güvenilmemesini anlatmak için: “Delinin eline değnek vermek” deyimi; hangi çareye başvurulursa vurulsun çıkış yolu bulunmayan durumlarda; “iki ucu da b.klu değnek”, bir düşünceye körü körüne bağlılığı ifade etmek için “kör değneğini beller” deyimleri kullanılır.  
 
Birine yaptığı uygunsuz işlerde destek sağlamak amacı ile dillendirdiğimiz “koltuk değneği” deyimi her nedense günümüz Türkiye’sinde çok kullanılır oldu. Değnek dedim de aklıma geldi; bilirsiniz, sıkça duyduğumuz sözlerden biri de “değnekçiliktir”. Değnekçilik, motorlu taşıtların çalıştığı yerlerde yolcuların taşıtlara binişinin yanı sıra taşıtların düzenini sağlama görevidir. Bu görevin dışında otopark yapmaya elverişli yerlerde vatandaştan tehditle park ücret alan zorbalara da “değnekçi” denir. Değnekçilik bir yerde “kraldan çok kral kesilmek” deyiminin ifade ettiği anlama da yakındır. Hani birinin davasını ondan daha çok savunur olmak var ya bana kalırsa bu, bir nevi değnekçiliktir. Bu tür değnekçiliğin “yağcılıkla” çok sıkı bir göbek bağının olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bilirsiniz yağcılık, kendisine saygısını kaybetmiş insanların; çıkarları uğruna başkalarına gereksiz ya da hak etmediği iltifatlarda bulunması, onun söylediği her sözü, yaptığı her işi doğru bularak alkışlamasıdır. Atalar, “yağcılığın sonu ayakçılıktır”, demişler. İşte bu noktada “yağcılığın” “değnekçilikle” ve “ayakçılıkla” yolları kesişmektedir. 
 
Şimdi bana, bir insan için dünyanın en alçaltıcı durumu nedir diye sorsalar, “tükürdüğünü yalamak”, çıkarı, çıkını, mevki ve makamı için bir zamanlar “yüzüne tükürdüğü insana”  “yalakalık yapmaktır”, derim. Adı, sanı, makamı, mevkii ne olursa olsun böylesine “kişiliksiz”, “omurgasız” ve “pespaye” insanların hâlâ insanım diye toplum içerisinde dolaşması hele de toplum tarafında yadırganmaması ise incelenmesi gereken sosyal, nörolojik ve psikolojik bir vakıadır.  
 
Biz, yine “Adam yokluğunda, keçiye Abdurrahman Çelebi derler.”, dendiğini bilerek ve de “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.” ,diyerek yazımızı noktalayalım.  
 
 
 
Hadi ÖNAL/ ELAZIĞ 
 
 
 
 
 
 
 
    
 
  
 
 
Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.