Bugün, 20 Mart 2022 bir büyük dramın, bir insanlık suçunun göz göre ve seri bir biçimde işlendiği; 40 milyon nüfuslu bağımsız Ukrayna devletinin şehirlerinin bombalanarak yerle bir edildiği, insanlarının öldürüldüğü savaşın 24. Günü…
Zorba, katil, cani, gaddar tek adam Putin ve onun yardakçılarının istek ve emirleri doğrultusunda başlatılan korkunç katliam, bütün şiddet ve dehşeti ile devam ediyor. Şehirler bombalanıyor, evler yakılıp yıkıyor, insanlar öldürülüyor. Dünya ise hâlâ bütün bu olan vahşeti ve gaddarlığı boş gözlerle seyrediyor. Tıpkı Doğu Türkistan’da, Afganistan’da, Bosna’da Irak’ta, Filistin’de, Arakan’da, Libya’da, Suriye’de seyrettiği gibi... İnsan olarak içim acıyor. Oluk oluk akan iki acı, kan ve gözyaşı, içimi acıtıyor. Öldürülen binlerce asker, sivil... Babasız kalan çocuklar, çocuğunu yanına alarak evini yuvasını, kocasın kaybeden kadınlar... Son verilere göre evinden yurdundan yuvasından ayrılmak zorunda bırakılan insan sayısı 3 milyon 400 bin kişi…
Bir şey yapamamanın burukluğu ile kalbim sıkışıyor, ruhum daralıyor.
Sonra dört semavi dinin indirilen kitaplarının ilk cümleleri geliyor aklıma: Ne diyordu Zebur’un ilk cümlesi “dürüst ol”, İncil’in ilk cümlesi; “sev”; Tevrat, “yaşat”, diyordu, Kuran-ı Kerim ise “oku” emri ile başlıyordu. Şimdi haykırmak geliyor içimden ey 21. Asrın insanı, siz bu dört kitabın neresindesiniz? Siz, din adına, Allah adına fetva verenler, dilinizi mi yuttunuz? Neden çıkmaz sesiniz? Bakın Avrupa’nın ortasında bir devlet, maddi manevi bütün varlığı ile birlikte yok ediliyor. İnsanlar öldürülüyor, acıların en katmerlileri yaşanıyor… Söyleyin Allah aşkına bu vahşetin, bu insanlık dramının karşısında daha ne kadar susacaksınız. Söyleyin Allah aşkına bu insanlık dramının karşısında ne zaman konuşacak ne zaman harekete geçeceksiniz? "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.", diyor İslam Peygamberi Hazreti Muhammed(s.a.s). Yoksa siz, “dilsiz şeytan” olmaya razı mısınız?
Salt din adamlarını suçlamıyorum elbette… Başkalarının başlarına gelen felaketler karşısında kederlenmeyen, üzüntü duymayan, huzuru kaçmayan, etkilenmeyen kimseyi, insan sıfatı ile nitelendirmek de ne derece doğru bilemiyorum. Ne demişti Sadi Şirazi; “Ademoğulları bir vücudun azaları gibidirler. Çünkü aynı cevherden yaratılmışlardır. Vücudun bir yerinde bir dert, bir ağrı hasıl olursa diğer organların huzuru kaçar, onlar da rahatsız olurlar. Sen ki başkalarının mihnetinden keder duymuyorsun, sana insan adını vermek yakışmaz.”
Bugün, “bana ne, bana dokunmuyorlar ya!”, demek yarın seni de kuşatıp içerisine alacak olan felaketlere zemin hazırlamaktır. Bugün işlenen kötülüklere, vahşet ve gaddarlıklara kulak tıkamak yarının daha büyük felaketlerine duçar olmaktır. Gözünü hırs ve kan bürümüş cani Putin, dün Kırım’ı ilhak etti, bugün Ukrayna’yı... Dur denilmezse bu azgına ve azgınlığa kim bilir daha ne büyük felaketler yaşanacak. Şu unutulmamalıdır ki dünyadaki en büyük felaket, insan olarak yaratılanların biri birlerine karşı duyarlığını kaybetmesidir.
Rusların Ukrayna’yı işgali ile başlayan vahşet, her gün hızını ve acımasızlığını artırarak devam ediyor. İnsan olarak bize düşen; bu zorbalık, bu gaddarlık ve zulüm karşısında susmamak ve tepkimizi ortaya koymaktır. Özellikle ve öncelikle bu tepkiyi müessir
olacaklarına inandığım sağduyulu Rusların ortaya koyması gerekir. Neme lazımcılığın, vurdumduymazlığın, pısırıklığın ne yeri ne de zamanıdır. Kendini insan olarak gören her kişi, bir biçimde bu zulme karşı tavır almalı, tepki koymalıdır. Bu tepki kınamanın çok ötesinde olmalıdır.
Dillendiremeyeceksek haksızlığı; dikilemeyeceksek zulmün, zalimin karşısına… Yanında yer alamayacaksak mazlumun, haykıramayacaksak bütün gücümüzle haksızlığı, zulmü, zalimlerin yüzüne ve içimize gömeceksek yapılan vicdansızlığı, acımasızlığı, gaddarlığı, kahpeliği, vahşeti bu durumda insan olarak bu dünyada dolaşmaya da hakkımız yoktur.