Son zamanlarda İstiklal Marşımızın yazarı şair Mehmet Akif Ersoy’un ruhu ile değil de sözleri ile büyüyen ve o büyük şairi dillerinden düşürmeyen zevattan birini dinlerken uyuya kalmışım. Bir de baktım merhum Akif karşımda… Kalk, dedi! Doğruldum. Sonra bana dedi ki:
“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.
Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle.
İmanı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.”
Ben de ona dedim ki:
Ne diyorsun sen şair, kel başa şimşir tarak
Ati zaten karanlık, dert; bugünü kurtarmak
Geçti Bor’un pazarı sür eşeğin Niğde’ye
Ölüm mü; düşünme sen, bülbül konmaz iğdeye
Bak yine yanılmışsın; eller, şak şak içindir
Vaat sandığa kadar; her şey tak tak içindir
Düşünmek mi, ne gerek? Kaldır der kaldırırız
Yoksa nasıl parmağı bal küpe daldırırız.
Akif, yüzüme şöyle baktı, sonra:
“Yeis öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun
Azmine sarıl sımsıkı, bak ne olursun.”, dedi.
Ben de ona dedim ki:
Battı batacak gemi, ne katarsam varıma.
Varsın boğulsun millet, ben bakarım kârıma.
Akif, bu defa yüzüme acıyarak baktı ve:
“ Kenar-ı Dicle'de bir kurt kapsa koyunu;
Gelir de adl-i İlahî Ömer'den sorar onu!”, dedi.
Ben de ona dedim ki:
Kenar-ı Dicle’ye şimdi çok barajlar yapıldı
Kurtlar sofrasında haslar; kapışıldı, kapıldı
Sonra koyun diyorsun da, rengi ak mı kara mı?
Adalet, havaya para: Hop! Yazı mı tura mı?
Akif, bu sözüme çok kızdı ve:
“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz.”, dedi.
Ben de gülerek ona dedim ki:
Rüzgârın esişine kıble değiştirenler
Geleceğini bizim yal cenahta görenler
Bilumum yandaşımız, iğreti yamamızla
Eseriz rüzgâr gibi ve olanca bir hızla
Bu yolda nice fener, nice fer söndürürüz
Bu yol ilmi siyaset; dönme bilmez, yürürüz.
Akif’in gözleri çakmak çakmak oldu ve:
Hayâ sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde
Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde
Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlul
Yalan raiç, hiyanet mültezem, her yerde hak meçhul
Varsa şayet söyleyin bir parçacık insafınız
Böyle kansız mıydı hâşâ kahraman eslafınız
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına
Böyle olmuş muydu millet can evinden rahne dar
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi
Böyle adet miydi bi perva yemek insan leşi
Irzımızdır çiğnenen evladımızdır doğranan
Hey sıkılmaz ağlamazsan bari gülmekten utan!” ,dedi.
Bu sefer kızma sırası bendeydi, ona dedim ki:
Bre şair, ne oldu da, kattın tozu dumana!
İğne batırılmış gibi başın vurmuş tavana.
Biz ki laf salatasında almışken bu kadar yol
Varsın keçi hır çıkarsın, nasıl olsa koyun bol
Anlamadın değil mi ya! Almaz senin kul beynin
Değil mi ben, bu millete; hem beyinim hem beyim.
Doğru olan dediklerim; her şey dört dört olacak
Bu uğurda gerekirse kırılacak kol bacak.
Diyorlarsa parçalanır, yoksa yürür mü işler?
Kim demiş hesapsız diye, rehberimiz keşişler
Nazarın değecek billah, tutunduğumuz Haç’ça
Ot diyorsam ot yenecek; gerek yoktur turaç’a?
Yok, ırzımmış, namusummuş; duymamış olayım ha!
Çek hayalini yolumdan, bize kalsın bu saha.
Akif, yüzüme tiksinerek baktı sonra da ekledi:
''Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek!''
Ders verme sırası bendeydi ona dedim ki:
Bu kafayla alamazsın ritim sazın hazzını
Ciğer sökecek hançeri elbette saklar kını
Yalan siyaset rehberi, ayıbı örter deri
Senin hakikat dediğin şimdilerde seferi
Mehmet Akif Ersoy’un yanaklarından iki damla yaş süzüldü, sonra döndü:
Kurt uzaklardan bakar dalgın görürmüş merkebi
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi
Lakin aşk olsun ki aldırmazda otlarmış eşek
Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek
Kâr sayarmış bir tutam fazla olsun yutmayı
Hasmı derken çullanırmış yutmadan son lokmayı
Bir hakikattir bu bildiğin üsluba sok
Halimiz merkeple kurdun aynı asla farkı yok
Burnumuzdan tuttu düşman biz boğaz kaynındayız
Bir bakın halamı hala ihtiras ardındayız
Saygısızlık elverir bir parça olsun arlanın
Vakti çoktan geldi hem geçmektedir arlanmanın
Davranın haykırmadan nakus-u izmihlaliniz
Öyle bir buhrana sapmıştır ki zira haliniz
Zevke dalmak şöyle dursun vaktiniz yok mateme
Davranın zira gülünç olduk âleme
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah intikam
Yerde kalmış naşa benzer kavm için durmak haram
Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa istikbalinizden korkulur pek korkulur.”
Dedi ve birden kayboldu. Gözlerimi açtım. İyi ki rüyaymış dedim kendi kendime. Ama rüya da olsa çok üzüldüm o büyük şairi dillerine pelesenk edenlerin yaşantı, düşünce ve dilekleriyle o büyük şaire cevap verdiğime. Sonra aldım kalemi elime ve başladım yazmaya:
Sade korkulsa iyi, bu kene başka kene
Ayakların suçu yok, damdan inmiş bedene
Bölücülük adına ne varsa kullanıyor
Bir bu ülke değil ki bak, Osmanlı yanıyor!
Bu kene başka kene, ihaneti sevene
İnancı sömürüyor, rahmet okutup düne
Pisliği yakasından dökülürken önüne
Şerrinden kaçışıyor bit, pire, sülük, süne
Akif’im ne diyeyim; sen ki başlar tacısın
İstikbalimiz meçhul, bize Allah acısın.