Ben, Onbaşı Ahmet;
Pınarbaşılıyım.
Uzun yayla’nın ortasındadır yerleşiğimiz.
Biz; kökü yere çakılı Erciyes gibiyiz.
Dosta açık, düşmana geçit vermez eşiğimiz.
Aldatmasın sizi ince mintanım.
O mintanın altında elmas yürek taşırım.
Yurduma saldırıldı mı ölümle yarışırım.
Küfrün; topuna, gemisine; gücüne, güllesine eyvallah etmem.
Toprak kutsalımdır, onu çiğnetmem.
Bir kükredim mi çarpar yelim.
Şahadet şerbetini içmektir en büyük emelim.
Ben, Eskişehirli Halil oğlu İbrahim…
Dedem Abdülkerim, 93 harbi şehidi.
Ninem, bir dedemi anlatırdı bana bir de Yunus’u.
Ninemden mi kaldı bilmem,
Yüreğimdeki şehit olma arzusu.
Her fani tadıcıdır ölümü, bilirim.
İçimdeki toprağın fideleridir sözlerim.
Işık boylu, nur soylu ahir bendedir.
Vatan sevgisini sorarsanız, gönlümdedir.
Tarih şahidimdir, bükülmez bileğim.
Şehidi kâmil olmaktır arzum, dileğim.
Ben, Fermanoğulları’ndan Bilal;
Adana’nın Saimbeyli ilçesinde dünyaya gelmişim.
Özgürlüğü ana sütü bilmişim.
Gök kubbeyi çınlatan ezan sesleri ile gürlemişim, gülmüşüm.
Ondandır ki anam;
Vatan savunmasına uğurlarken beni
Ne de sıkı sarılmıştı ya!
Yanaklarımı öpüp saçlarımı koklamış;
Sonra da kulağıma sessizce: Dersini vermezsen düşmana
Sütümü helal etmem ha!
Kahramanım, demişti.
Ben Balıkesirli Gündüz oğlu Murat,
18 Mart’ta Çanakkale Savaşı’nın seyrini değiştiren
Seyit Onbaşı’nın memleketinden…
Gördünüz değil mi?
Bizde savaş farksızdır oyundan.
Gerçi ne söylesek boş, ne yapsak nafile…
Vazgeçmez haçlı; Geçmeyecek de huyundan.
Anlaşılan yine gül şafağına hazırlanmak gerek,
Sokmadan engerek.
Işık elçisi Kılıçaslan’dır bizim rehberimiz, gülümüz.
Onu söyler, onu biliriz.
Yurdumuza saldıran kim olursa olsun,
Evvel Allah hakkından geliriz.
Ben, piyade er Mehmet Sabri;
Diyarbakırlıyım,
Hacı İsmail’in oğlu
Anamın biriciği, babamın sağ kolu.
Eğmem, eğdiremezler başımı yere.
Meydan okurum yedi düvele.
Dağlar gibi duruşum vatan sevgimdendir.
O sevgiyle geldim Seddülbahir’e.
Önümde düşman,
Göğsümde iman, dualı mavzerimde kurşun…
Yanıltmasın kimseyi böyle susuşum.
Yağmur bereketiyle gürler coşarım,
Hilalimle nefes alır, vatan için yaşarım.
Ben, Yüzbaşı Mehmet Ziya,
Mustafa Fehmi Paşa’nın oğlu,
1294 İstanbul doğumlu.
Sabır katığımdır, şükürse suyum.
Şehitlerle süslüdür soyum.
Duayı sadece insanların yapmadığını bilenlerdenim.
Günü saati gelince;
Dağlar, taşlar, ırmaklar, bulutlar,
Ağaçlar, kuşlar da dua ederler kendi dillerince.
Dua kalpten arşa uzayan bir ince yoldur.
Seddülbahir’de yerle gökle birlikte
Ben de açıyorum ellerimi semaya;
En büyük yar, Yaradan’a:
“Allah’ım”, diyorum, “Bizi zebun eyleme küffara.”
Ben, Kasım oğlu Hakkı;
Erzurumluyum, dadaşlar diyarından.
Terkimdeki hüznüm Yemen’den...
Bir kum fırtınası ile birlikte uğurlamıştım ağabeyimi Hakk’a.
Diğeri Sarıkamış’ta yenik düşmüştü kara.
Anam en çok da ona üzülmüştü.
Tökezlenince ayağım gördüm çokluğunu akbabaların.
Ama ben, evvel Allah
Bütün bu sürülerin üstesinden gelmeyi bilirim.
İnancım, tevekkülü öğretti bana.
Bir de dik durmayı küfrün önünde.
Ben, Kümeoğulları’ndan Bekir.
Denizli Tavas Kızılcabölük’te dünyaya gelmişim.
Babamın adı Mehmet, Anamın adı Feride…
Başım yerde de gönlüm yükseklerde.
Arşın gölgesine asılı kandiller görmüşüm
Ve o kandillerin izini sürmüşüm.
Ben, Peygamberin övdüğü millettenim.
Setler, engebeler yıldıramaz beni.
Yudumlarım her türlü çileyi.
Çıkınımda iki dilim peksimet,
Mataramda iki yudum su...
Yüreğimde, şehit olamama korkusu!
Ben, Hamza oğlu Ali;
Çavdar esmerliğinde tenim.
Elazığ’ın Sivrice ilçesi İringil köyünde dünyaya gelmişim.
Hayatı kuzu sesleri ile tanımışım, sevmişim.
Toprağın kutsallığını ninemden öğrenmişim.
Uzun Ali derler namıma.
Dinime, devletime, vatanıma,
Bayrağıma, mukaddesatıma göz dikeni
En büyük düşman bellemişim.
Bak, yine kalbimin çağrısına uydum;
Yine serhatta yine serdeyim.
Seddülbahir’de şükürlerdeyim.
Ben, Ali oğlu Sadık;
1302 Sinop doğumluyum.
Şöyle etrafıma bakıyorum da
Bu yerler ne de çok benziyor bizim oralara.
Bizde Sinap Burnu, Gülfeze Sultan Kayaları.
Burada; Arıburnu, Ertuğrul Koyu sırtları.
Anama mektup yazdım.
Dedim; “merak etmeyesin ha!
Seddülbahir, Sinop kadar tanıdık,
Bu topaklar da benim sevgilim,
Bu yerler de benim aşkım.
Sen rahat ol, rahat uyu ana;
Çiğnetmem toprağımı düşmana,
Gerekirse bir daha, bir daha ölürüm uğruna.”
Ben, Karaömerlerden Yusuf oğlu Turan;
1305 Niğde Ulukışla’da doğmuşum.
Ebedi âlemin soyluluğuna soyunmuşum.
Nizam-ı âlem için çağlarla koşmuş,
Çağlarca yorulmuşum.
Nice ağaçlar su içmiş ellerimden.
Nice meseleler çözülmüş alın terimden.
Kendimi kendimde aramış; kendimde bulmuşum.
Şimdi, şu küçücük yarımadada mı kaybedeceğim.
Küfrün topu, güllesi vız gelir bana.
Sığınmışım en büyük yar, Yaradan’a.
Bin canımda olsa kurbandır vatana.
Ben, Urfa Birecik’ten Mustafa oğlu Halil;
Bağlıyım ağaca, toprağa, bağa.
Söz konusu devletimin bekası olmazsa
Gelir miydim uzağa.
Geçen yıl kaybettim eşimi,
İnce hastalık demişlerdi derdine.
İki öksüz bıraktı ardında;
Biri Yaşar yedi yaşında,
Diğeri Hacer henüz girdi dördüne.
Ba-ba diyordu heceleye heceleye.
İki öksüzümü emanet ettim köyüme, köylülerime.
Tek isteğim, düşmesin ay yıldızlı bayrağım yere.
Ben, piyade er Mahmut oğlu Mehmet;
Edirne’nin Uzunköprü ilçesine bağlı Hamitli köyünden...
Şimdi Seddülbahir’de nöbetteyim.
Met-cezir arasında seyir defterim.
Geçen hafta canımdan çok sevdiğim
Ağabey bildiğim, Tokatlı komutanım,
Üsteğmen Bekir oğlu Mehmet Şükrü’yü verdim toprağa.
Onun içindir ki gecenin karanlığına ıslak bakar gözlerim.
Yeminim var komutanım,
İntikamını ertelemeyeceğim.
Dileğim cennete buluşmaktır.
Bekle komutanım!
Allah izin verirse, ben de geleceğim!
Ben, Hüseyin oğlu Yusuf;
1306 Trabzon Sürmene doğumluyum.
Her Karadeniz uşağı gibi sevmem karanlıkları.
Giydirtmem milletime karaları.
Geçmişimi tanır, geleceğe sağlam basarım.
Gerekirse ay yıldızlı bayrağımı gök kubbeye asarım.
Vatan yüreğimde bir tomurcuk gülüdür;
Gülümü soldurtmam.
Gül dalıma baykuşları kondurtmam.
Ayrık otlarını kınalı ellerimle sökerim.
Düşmanı bir değil bin defa da olsa denize dökerim.
Hilâle meftundur gözlerim.
Onun gölgesinde şehit olmayı özlerim.
Ben, piyade er İsmail oğlu Osman;
Çanakkale’nin Biga İlçesinden
Rüzgâr farkında mı bilmem;
Kalleşliği oldum olası sevmem.
Ne işi var İngiliz’in, Fransız’ın, Anzak’ın
Toprağımda, bağrımda.
Ne işi var Hindu’nun Kanada’nın
Gül bahçemde bağımda.
Var git rüzgâr, o gözü dönmüş yığınlara söyle;
Varsa yürekleri, atıyorsa toplarının dışında;
Denizdeyim, havadayım, yerdeyim;
Hilaldeyim, serhattayım, serdeyim.
Göğsümü siper ettim: Seddülbahir’deyim.
Bin dokuz yüz on beşin yirmi beş nisanında
Ege’de meltem serin, sular derin uykuda
Bilal’ım siper kazar düşman bekler pusuda
Türk’e tuzak kurulmaz olmadı ki hiç esir
Duyulsun son sözümdür:“Vatan kutsal, Allah bir!”
Gönüller gülden ipek, sevdalar aşk dokuyor
Itırlarla birlikte yer gök vatan kokuyor
İbrahim besmeleyle açmış Kuran okuyor
Bu toprak benim yurdum, burası Seddülbahir
Duyulsun son sözümdür:“ Vatan kutsal, Allah bir!”
Yusuf; eli koynunda çevresini yokluyor
Yavaşça çıkararak gizli gizli kokluyor
Fadime sanki ona nakışlarla bakıyor
Gönlünde gül sevgili, öte yan nurdan kabir
Duyulsun son sözümdür: “Vatan kutsal, Allah bir!”
Ziya’mı yücelikler düşmanı korku bekler
Sırtlar vakur durunca yüreklenir etekler
Nurla doldu mu kalpler yol gösterir melekler
Ertuğrul’da, Teke’de, İkiz Koyu’nda tekbir
Duyulsun son sözümdür: “Vatan kutsal, Allah bir!”
Görülen ufuklarda Batı’nın kahpe yüzü
Çelik zırha bürünmüş yüzsüzlerin yüzsüzü
Amacı yeryüzünden silmekmiş türkümüzü
Halil der bu güruha: “bizim türkümüz tek bir
Duyulsun son sözümdür: “Vatan kutsal, Allah bir!”
Top, tüfek, mermi, gülle Seddülbahir’i sarmış
Alçıtepe düşerse Kilitbayır susarmış
Karaya güç çıkartmak; şartmış, bu son kararmış
Böyle görmüş, buyurmuş Hamilton denilen sir
Duyulsun son sözümdür: “ Vatan kutsal Allah bir!”
Sabahın alacası, koyda deli bir rüzgâr
Soyunuk gözde cennet, açığında korku var
Filikalar yanaştı, düşman karaya çıkar
Bekir der; “gelin hele; gök şahit, Mevla’m kadir
Duyulsun son sözümdür; vatan kutsal, Allah bir!”
Yer alev, gök bismillah, çeliğe karşı iman
Yürek vatan oldu mu süzülür ince bir kan
Bu Murat’ım, bu Ali’m; bu can Bigalı Osman
Vatan tehlikedeyse kanla yazılır şiir
Duyuldu son sözleri: “Vatan kutsal, Allah bir!”
Sabri yere düşerken toprak koynunu açtı
Süngü takmıştı Sadık, “Ya Allah”, dedi uçtu
Turan’ın salâvatı Türk’ün yurduna burçtu
Onlar vatandı artık, gök şahit, yer hemfikir
Duyuldu son sözleri: “Vatan kutsal, Allah bir!”
Zamanın gözyaşında ulviyetin cezbesi
Döndü vadiler boyu Hakkı’mın haklı sesi
Gönül cennet nikâhlı verirken son nefesi
Tenler toprağa teslim, ruha ebedi şehir”
Duyuldu son sözleri: “Vatan kutsal, Allah bir!”
Yer, gök selam dururken yaradan akan kana
Ahmet’im son kez baktı kaçıp giden düşmana
Sonra yürek diliyle şükretti Yaradan’a
Dedi;” vatan uğruna bir ölür, bin dirilir”
Duyuldu son sözleri: “Vatan kutsal, Allah bir!”
Mehmet’in sur göğsünde soluklanınca vatan
Bulutlar su içtiler şehitlerin avucundan
Elmaslaşan o anı ne yel söktü ne düşman
Vatan benim çiçeğim, kondurmam çiçeğe kir
Duyuldu son sözleri: “ Vatan kutsal, Allah bir!”
Onlar, Seddülbahir’de baş koltukta gençtiler
Onlar, vatan dediler can şerbeti içtiler
Tevhit ile yıkanıp tekbir ile göçtüler
Cennet ehlince onlar karşılandılar bir bir
Duyuldu son sözleri:“Vatan kutsal, Allah bir!”
Not: Şiirde geçen kişi ve yer adları gerçektir.
18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 108. Yıldönümünde Çanakkale’yi geçilmez kılan kahramanlarımızı, bu topraklar için toprağa düşmüş şehit ve gazilerimizi, bir defa daha rahmet, şükran ve minnetle anıyorum. Ruhları şad mekânları cennet olsun.