Utanmaz, sıkılmaz, arsız anlamları ile sözlüklerde yer alan yüzsüzlüğü, kendisine hayat tarzı seçen mahlûkları tanıdıkça onlarla aynı türden olmak doğrusu kahrediyor insanı. Ne demişti Karacaoğlan; “Yalnız git, yoldaş olma yüzsüze/ Selam verme erkânsıza, yolsuza.” Şairin, Allah’ın selamını dahi esirgediği bu mahlûkatı hangi kelimelerle anlatsak bilmem ki…
Yüzsüzlük, insanın damarlarına işlemeyi görsün artık ne yaparsanız yapın bu hastalıktan o kişiyi kurtarmak mümkün olmaz. Hangi makamda, mevkide, rütbede olursa olsun hayâ ve ar damarları çatlamış böylesi kişiler, edepsizlikte ve arsızlıkta sınır tanımazlar. Yüzsüzlüklerini kendilerine karşı çıkılmadığı sürece cesaret olarak değerlendiren bu bedbahtlar, hataları ile yüzleşmek bir yana zeytinyağı gibi hep üste çıkarlar. Ne demişti ünlü yazar Dostoyoveski; “Ya hatalarınla yüzleşir ya da hatalarınla yüzsüzleşirsin.” Hatalarıyla yüzleşmek yerine yüzsüzleşenler, “yaptıklarımla”, “söylediklerimle” insanların yüzüne nasıl bakarım, düşüncesini bir an dahi akıllarından geçirmezler. Bu yaratıklara verilen her pirim bunları daha da pervasızlaştırır hatta azgınlaştırır. O nedenle bu tiplerin yaptıkları yüzsüzlükleri görmezden gelmek ardı arkası gelmeyen yeni ve daha büyük yüzsüzlüklerine zemin hazırlar. Yüzsüzlerle anlayacağı dilden konuşmak ve mutlaka cezalandırmak gerekir.
Yüzsüzler; çıkarları için atamayacakları takla, yapamayacakları kötülük yoktur. Dün, yerden yere vurarak aşağıladıkları insanları bugün yere göğe sığdıramazlar. Hatta bu kişiliksiz insanlar, kraldan çok kralcı kesilerek kral gördüklerinin önüne yatarlar. Mehmet Akif Ersoy’un; “Hayâ sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde/ Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer incecik bir perde”, diyerek ifade ettiği “ar perdesi” yırtılmış, utanma duyguları dumura uğramış haysiyet ve şeref yoksulu insan kılıklı bu mahlûkatların çokluğu, toplumda onulmaz yaralara sebep olur.
Yüzü davul derisi olan yüzsüzler, aynı zamanda haklıyı haksız çıkartacak kadar demagoji ustası, riya ve yalan makinesidirler. Bu tipler, kişilerin ya da toplulukların duygularını kamçılar, çevrelerine gerçekdışı şeyler söyleyerek kendilerine bent etmeye çalışırlar. Çevresindeki çanak yalayıcılarının alkışları ile yaptıklarının doğruluğuna kendilerini ve yardakçılarını öylesine inandırırlar ki bir müddet sonra söyledikleri her yalan, taraftarlarınca gerçekmiş gibi algılanır ve kabul görür. Allah’ın verdiği akılla düşünemeyenler ise koyun misali bu lafazanların peşine takılır.
Yüz bulunca astar isteyen yüzsüzlerin yaptıkları hayâsızlıklara, adilik ve hadsizliklere alkış tutan dalkavuklar, şüphesiz yüzsüzler kadar olmazsa onlar da ikiyüzlüdürler. Çirkinliği, rezilliği, pisliği görüp de görmezden gelen; makamı, konumu, mevkii ve çıkarı için ses etmeyip yutanlar, en az yüzsüzler kadar suçludurlar. Nitekim İmam Şafii “Haksız sözleri tasdik eden, dalkavuk ve ikiyüzlüdür”,diyerek bu görüşün doğruluğunu vurgulamaktadır.
Yüzsüzlerin, yüzsüzlükleri ebedi devam etmez. Bir zaman sonra foyaları meydana çıkar. Yüzsüzler ile yüzsüzlere yüzsüzlüklerini sergilemek imkân sağlayanlar; eninde sonunda yalnız kalmaya, toplumdan dışlanmaya mahkûmdurlar.
Yüzü kasap süngeri ile silinmişler; “kendim için bir şey istiyorsam namerdim” sözünü sık sık tekrarlarlar. “Ben”, demeden özenle ve bilerek kaçınan bu yaratıklar için Wilhelm Nietzche; “Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür.”, diyor.
Sözünün eri olmayan, tükürdüğünü yalayan böylesi omurgasız mahlûklar, rahatlıkla ve büyük bir pişkinlikle dün “ak” dediklerine bugün “kara”; bugün “kara” dediklerine yarın “ak”
diyebilirler. Bugün yüzüne güldükleri; “ağam”, “paşam” diyerek bir yerlere sığdıramadıkları insanları; çıkarları bittiği an tekmeler veya arkasından vurabilirler. Tam tersi dün aşağıladıkları, hakaret ettikleri insanları bugün hiç bir şey olmamış, yaşanmamış gibi baş tacı da edebilirler. Empatinin semtlerine uğramaması için azami gayret gösteren bu hastalıklı cibilliyetsizler, hatalarının üzerine giderek onlarla yüzleşmek yerine, kendilerinin sebep oldukları fenalık, kötülük ve pislikler için dönüp; “kimin eseri bu?”, diye başkalarını suçlar ve başkalarından hesap sormaya kalkarlar.
Yüzüne tükürseler, çıkarı varsa; “oh ne güzel yağmur”, diyebilecek kadar utanma duygusunu kaybetmiş; sıkılmak, arlanmak, hayâ etmek, hicap duymak, mahcup olmak, haddini bilmek gibi hasletlerden yoksun bu yüzsüzlerle mücadele edilmediği sürece güçlenerek çoğalmaları ve namuslu insanların üzerinde de tahakküm kurmaları kaçınılmazdır.