Şiir... Kelimelerin en saf, en duru, en içten hali. Kimi zaman bir kâğıt üzerinde, kimi zaman bir dudaktan süzülüp yüreklere dokunan sihirli bir melodidir.
Şiiri severim, çünkü o, insanoğlunun kelimelerle kurduğu en nahif bağdır. Öyle bir bağ ki sevinci de, hüznü de, öfkeyi de, hasreti de aynı maharetle anlatır. Kimi zaman bir vatan türküsüdür, kimi zaman bir sevgiliye yakılan ağıttır, bazen de bir çocuğun gözlerindeki umudu fısıldayan mısralardır.
Şiiri severim, çünkü kelimelerle inşa edilen en güçlü kalelerden biridir. Tarihin sayfalarında yankılanan destanlardan, meydanlarda yankılanan bağımsızlık naralarına kadar her şeyin özünde şiirin kudreti vardır. Bir milletin kaderini belirleyen, bir halkın ruhunu ayağa kaldıran nice dizeler yok mudur hafızalarımızda? "Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım!" diye haykıran Akif'in sesi hâlâ kulaklarımızda değil midir? Ya da "Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü" diye başlayıp vatan aşkını göklere yükselten mısralar hâlâ yüreğimizi titreten bir sükût değil midir?
Şiiri severim, çünkü o, insanı insana en iyi anlatan aynadır. Şairin yüreğinden süzülen her kelime, bir başka yürekte yankı bulur. Şiir, sınır tanımaz; coğrafyaları aşar, dillerin ötesine geçer. Yunus’un ilahilerinde buluruz kendimizi, Fuzuli’nin aşkında yanarız, Karacaoğlan’ın sazında yâri özleriz. Şiir, bazen gönlümüzü serinleten bir bahar esintisi bazen de de içimizi kavuran bir yaz güneşi olur.
“Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Söyle garip Bencileyin.” Varın roman yazın sayfa sayfa. Makalelere dökün bu dört mısrada anlatılanları. Bu dörtlük kadar anlatabilir misiniz insanın fani dünyadaki yalnızlığını, ölümün kaçınılmazlığını ve ölüm sonrası unutuluşu…
Ve şiiri severim, çünkü şiir, en büyük direniştir. Kimi zaman bir mahpushane duvarında yankılanan isyan, kimi zaman bir ananın gözyaşında saklı feryattır. Yeri gelir, suskunların dili olur; yeri gelir, bir halkın kaderini yazar. Şairin kalemi kılıçtan keskindir. Çünkü bir mısra, bir ordu kadar güçlüdür bazen. Şiir, hakikatin en yalın, en çırılçıplak hâlidir. Yalanı, riya perdesini, sahtekârlığı sevmez. O yüzden herkes şiir yazamaz, herkes şiirin dilini konuşamaz.
Şiiri severim, çünkü şiir insanın ta kendisidir. Hayatın içinde ne varsa, şiirde de o vardır. Bir bebeğin ilk gülümsemesi, bir ihtiyarın sessiz sedası, bir askerin son vedası, bir sevgilinin gözlerindeki umut… Hepsi ve daha fazlası şiirin koynunda saklıdır.
O yüzden sormayın bana neden şiiri sevdiğimi… Bir çiçeğin neden koktuğunu, rüzgârın neden estiğini, denizin neden dalgalandığını sormak gibi bir şey olur mu? Şiiri severim, çünkü o, varoluşun en güzel hikâyesidir. Yazımı yaşayan şairlerimizden birinin, Ataol Berhamoğlu’nun, “Yunus Gibi” adını verdiği şiiri ile noktalayayım.
Kıran vurdu memleketi...
Zalimler hakan olmuştur...
Yedikleri yoksul eti...
İçtikleri kan olmuştur...
Kula kulluk etmeyenin;
Vicdanını satmayanın;
Haram lokma yutmayanın;
Mekânı zindan olmuştur...
Yalan dolan yazıp çizen;
Kudretliye övgü düzen;
Dün dinsizim diye gezen;
Bugün Müslüman olmuştur...
Emeksiz zengin olanın;
Kitapsız bilgin olanın;
Sermayesi din olanın;
Rehberi şeytan olmuştur...
Haramisi, soyguncusu;
Uğursuzu, vurguncusu;
Cellat ruhlusu, soysuzu;
Bakan, sadrazam olmuştur...
Korkan varsa konuşmaya;
Anlam yükleyip susmaya;
Gerek kalmadı korkmaya;
Çünkü korkulan olmuştur...
Sesime kulak ver gülüm;
Tutsaklığa yeğdir ölüm;
Nerde varsa böyle zulüm;
Çaresi isyan olmuştur...
Hadi ÖNAL/ 03 Nisan 2025/ Elazığ