Kâinattaki her şey zıddı ile vardır. Yaradan, varlıkların en üstünü olarak nitelendirdiği insanın; manaları, nesneleri, olayları ve durumları daha iyi tanıması, bilmesi, anlaması ve kavraması için her şeyi zıddı ile yaratmıştır.
Gündüzün iyi anlaşılması için gece, aydınlığın kıymetinin bilinmesi için de karanlık yaratılmış. Varlığın kıymeti, yoklukla; tatlının kıymeti, acıyla; sıcağın kıymeti, soğukla ölçülür. Siyah olmazsa beyaz fark edilmez. İyilik kötülükle, merhamet zulümle anlaşılır. Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Muhammed(s.a.s) olmasaydı Nemrut’un acımazsızlığı, Firavun’un hadsizliği, Ebu Cehil’in cehaleti nasıl anlaşılacaktı? Kısaca kâinattaki her güzel şey zıddı ile birlikte vardır ki daha iyi anlaşılsın, kadri, kıymeti bilinsin ve sahip çıkılsın.
İster hurafe deyin isterseniz hemfikir olun benimle; ama ben, talihe, şansa ve uğura inanan bir insanım. Talihe, şansa, uğura inandığım için onları zıddı olan şanssızlığa, talisizliğe ve uğursuzluğa da haliyle inanıyorum. Bana göre uğur da uğursuzluk da hayatın gerçekleri… Peki, nedir uğur? Uğur; insana mutluluk, iyilik ve şans getireceğine inanılan durum… Uğur böyleyse uğursuzluğu tanımlamama gerek yok sanırım.
Yaşadığımız şu zaman diliminde çevremdeki insanlara bakıyorum Aman Allah’ım! Herkeste bir bedbinlik bir karamsarlık ve gittikçe kendisini daha fazla hissettiren stres… Sonra dönüp ülkeme bakıyorum felaketlerin biri bitmeden bir başkası başlıyor. Depremler, sel baskınları, haftalarca süren orman yangınları, kuraklık, hastalık ve hangi türden ararsan dert, musibet… Yok, arkadaş bir uğursuzluk var! Nereden ve neden kaynaklanıyor tam olarak kestirmiyorum; ama bir gerçek… Baykuşlar ötüyor, kara bulutlar dolaşıyor ülkemin üstünde.
Hemen tenkide başlamayın! Ben de gayet iyi biliyorum ki İslam’da uğursuzluk diye bir kavram yok. İslam sürekli iyimserliği telkin eder. Hayrın istendiği ve her şeyde hayrın arandığı bir dindir İslam; ancak biz, millet olarak, devlet olarak İslam’ın neresindeyiz, asıl sorgulanması gereken bu olsa gerek.
İslam, ilmi kadın ve erkeğe farz kılmış mı? Peki, biz ilmin neresindeyiz?
İslam, yalanı, riyayı, gıybeti yasaklamış mı? Peki, biz bu yasaklara uyuyor muyuz?
İslam, devletin malını ve parasını meşru olmayan yollarla zimmete geçirmeyi haram kılmış mı? Peki, tüyü bitmemiş yetim hakkının da olduğu kamunun malına uzanan elleri; çalan, çırpan, gasp ve talan edenleri ve onlara göz yumanları nereye koyacağız?
İslam, Faizi yasaklamamış mı? Peki, her Allah’ın günü faizi teşvik eden devlet yöneticileri neye veya kime hizmet ediyor?
İslam; lüksü, şatafatı, gösterişi, israfı haram kılmış mı? Peki, bu müsrifler, Hz. Muhammed’in(s.a.s) ve sahabelerin nasıl yaşadıklarını hiç mi hiç okumadılar.
İslam, “bizi aldatan, bizden değildir”, diyor. Peki, tek ayaküzeri 40 yalanı demetleyen aldatmayı siyasetin gereği olarak gören, zoru gördü mü aldatıldım, diye itirafta bulunanlara ne demeli?
İslam, “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”, diyor mu demiyor mu?
İslam, rüşveti, irtikâbı, adam kayırmayı hoş görüyor mu, görmüyor mu?
Peki, “Yaratılanı Yaradan’dan ötürü hoş gören” İslam’da insanları hor görmeyi, aşağılamayı, benden olanlar; olmayanlar diye ayrıştırmayı, ötekileştirmeyi neresine koyacağız bu dinin?
Hz. Ömer’in adaletini, nefsin terazisi ile ölçmek mümkün mü?
Peki, Allah’ın verdiği aklı kiraya veren, sormayan, sorgulamayan insan tapıcıları; hâlâ bütün bunları yaşatanlara biat edip alkış tutuyorlar mı tutmuyorlar mı?
Bir ülkede kurbanlık koyunlar kasaplarının bıçaklarını yalıyorlarsa söz bitmiştir. Artık o ülke üzerinde dolaşan kara bulutların tahliline de gerek yoktur. Ben, yazıma noktayı koymadan önce bütün bu uğursuzlukların kaynağı olarak içimizdeki Müslüman kılıklı
münafıkları görüyor ve bütün uğursuzluklar Müslüman kılıklı münafıklardan kaynaklanıyor, diyorum ya siz ne diyorsunuz?