Yıl 1969, Yer Manisa’nın Sarıgöl ilçesi. Sarıgöl de o güne kadar hiç yaşamadığımız bir olay oldu. Deprem, yer yerinden oynadı sanki. 3,5 Km lik fay hattı kırılmış, neye uğradığımızı anlayamamıştık.
Devlet su işlerinde çalışan bir kiracımız vardı. Mehmet Budakçı abi, Eşi Bedriye abla ve birde bebekleri vardı. İki öğretmen abimiz ve aileleri de vardı. Kocaman bir naylondan çadır kurduk, evlerimizden biraz uzağa, bahçemizin içine.
Bayram yeri gibiydi çadırımızın içi, biz çocuklar için. Büyükler çok üzgün ama paniklerini atlatmışlardı. Ertesi gün evlerimizi terk etmiş, çadırdaki yeni yaşamımıza başlamıştık.
Gece yağmur yağdığında, naylon çadırımızın üzerine, sular toplanır, onu sırıklarla kaldırır, dökülmesini sağlardık. Bu bile bizim için bir oyun gibi görülse de, büyüklerimiz için üzüntüydü.
Evlerimizin ikisi kerpiçten ve aralarında çakma ağaçlar olduğundan deprem gecesinde, Annemin duvara asılı tepsisi, yerinden düşmesine rağmen hiç bir şey olmamıştı.
Yığma tuğladan evimizde küçük çatlaklar oluşmuştu.
İnşaat halindeki betonarme evimizin duvarlarının yarıklarına, benim çocuk yumruğum giriyordu.
O zamanda iyi gözlemciydim. En sağlam yapı, çakma ağaçlar arasına kerpiç dolgu duvarlarla örülmüş evlerimiz çıkmıştı.
En kötüsü ise betonarme evimiz idi. Sarsıntıya dayanamamış, kırılmalar çok tehlikeliydi.
Bir hafta, on gün kadar sonra, çadır hayatımız bitti. Evlerimize tekrar taşındık.
Bu arada bizim sokağın içine kadar, diğer sokakta bulunan, Kızılay başkanı Mehmet İlkan, amcamızın evinin önünden başlayan insan kuyruğu, uzamıştı.
Bir koşuda ne olduğunu araştırdım. Mehmet amca, kuyruğa girenlere bir şeyler dağıtıyordu. Bende girdim kuyruğa.
Mehmet amca benim taşıyabileceğim büyüklükte sarı bir teneke verdi elime. Dinlene dinlene evimizin merdivenlerinden yukarı çıkardım. Annem benim çıkardığım seslerden olsa gerek, merdivenin başında karşıladı beni.
Ben, alacak elimdekini, beni de iyi bir şey yaptığım için okşayacak, diye beklerken. ----Merdivenin başında bırak. İçeri getirme elindekini, dedi.
Akşam babam eve geldiğinde, her gün ki gibi yolun başında karşıladım. Küçük parmağını tuttum, evimizin merdivenlerinden çıktık. Baba, Kızılay’dan, sıraya girip aldığım, tenekeyi görünce;
- Kim getirdi bunu?
-Ben getirdim, Kızılay başkanı Mehmet Amca verdi. Dedim.
Babam bana bir tokat vurdu ve – Aldığın yere hemen geri götür bunu. Dedi.
Ağlaya, ağlaya bir sokak ilerideki, Rahmetli Kızılay başkanı, Mehmet amcaların evine gittim.
– Bunu geri al, Mehmet amca.
- Ne oldu Mehmet, neden getirdin?
- Bilmiyorum, babam bunu aldım diye, beni dövdü. Diye ağlaya ağlaya anlatırken;
- Bir senin baban yapar zaten bunu. Ağlama, oğlum, ama gidince sor, neden dayak yediğini?
- Tamam Mehmet amca. Hayırlı akşamlar.
Eve geldiğimde gözyaşlarımı silip, tam soracak iken, Babam sordu.
-Neden tokat yediğini biliyor musun?
-Hayır. Dedim burnumu çeke, çeke.
- Bak aslan oğlum. Bizim o yardıma ihtiyacımız yok. Evimiz yıkılmadı. İş yerimiz sağlam. Sağlığımız yerinde. O yardım bizim hakkımız değil, Evi yıkılanların, çalışamayanların ve ihtiyaç sahibi olanların.
- Ama baba Sarıgöl de hiç kimsenin evi ve iş yeri yıkılmadı ki. Herkes sıraya girdi, aldı.
- O onların sorunu, oğlum. Bizim hakkımız değil. Sen benim, onurumu, şerefimi, ağırlığımı hafiflettin. Asla hak etmediğimiz, hiç bir şeyi alamayız.
- Tamam, baba, derken babamın da, benim üzülmemden olsa gerek, gözleri yaşarmıştı. Sarıldık birbirimize, Annemde okşadı yanaklarımdan öptü, yer soframıza oturduk.
Rahmetli ablam, -Annemin, tenekeyi içeri almayışından anlamadın mı, salak kardeşim benim. Deyişi tuzu biberi olmuştu ama gülüşmüştük.
Saygılarım başkalarının haklarına el uzatmayanlara.
Mehmet Kızılaslan 2017/08/01