Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmak… Evde yankılanan ufacık ayak sesleri, mutfağı dolduran taze çayın kokusu, sevdiğin birinin yüzünde uyku mahmurluğuyla beliren tatlı bir tebessüm… Hayat bu küçük anlardan ibaret değil mi? Ama ya o anları gözden kaçırdığımızda?
Bir gün işe gitmek için çıktığın kapıdan bir daha dönemeyeceğini bilseydin, yine de aynı kelimeleri mi seçerdin? O sabah telaşla, “Sonra konuşuruz,” diye geçiştirdiğin sevgini, kızgınlıkla yükselttiğin sesini ya da gururla sustuğun özrün yükünü yanında taşır mıydın? Hayatın sonu nerede başlar, hiç düşündün mü?
Bir adam düşün, belki de bu hikâye senin hikâyen… Sabah alelacele kızının yanağına bir öpücük kondurur ve “Seni çok seviyorum” demeyi unutarak çıkarsın evden. Eşine, “Biraz konuşalım” demek yerine, “Çok işim var” diyerek kapıyı çekip gidersin. Ve o gün, evine bir daha dönemezsin. Geriye kalanlar, senin söylemediklerinle dolup taşan bir sessizliktir.
Hayat bazen ne kadar cömerttir, oysa biz ne kadar kör! Özür dilemesi gereken yerde haklı çıkmaya çalışan, sevgisini göstermek yerine “zamanı var” diyen, mutluluğu hep yarına erteleyen bir insan, belki de bu yazıyı okurken kendini bulur. Ama bil ki haklı olmanın kimsesizliği, pişmanlıkların kalabalığından daha ağırdır.
Eğer affedebiliyorsan, affet. Eğer özür dileyebiliyorsan, dile. Çünkü hayat, ertelemeye alışamayacak kadar kısa ve bağışlamaya değer bir yolculuktur. O yüzden, bir an için dur. Bugün, seni sevdiğini bildiğin birine sıkıca sarıl. Konuşmaya cesaret edemediğin bir yarayı iyileştir. Çok geç olmadan, o hikâyeyi baştan yaz.
Belki de yeni hikâyeni eskisinden daha çok seveceksin. Ama şunu unutma: Hikâyenin nasıl başladığından çok, nasıl bittiği önemlidir. Ve her son, aslında yeni bir başlangıca açılan bir kapıdır.
Haklılığının surlarında yalnız kalma. İnsanı insan yapan, hatalarını kabul edip sevgiyi çoğaltabilme cesaretidir. Hayat bu kadar kırılganken, yeni anılar biriktirmek için bir adım at. Çünkü pişmanlıklarla dolu bir ömür, yaşanmış bir hayattan çok daha ağırdır.