İnsan Olmanın Derin Yolculuğu
İnsan, dünyaya gözlerini açtığı anda, görünürde bir yaşamın içine doğar. Ancak bu yaşam, sadece fiziksel bir varoluşun çok ötesindedir. Doğduğumuz andan itibaren aslında iki paralel yolculuğa çıkarız: biri dış dünyada, diğeri ise iç dünyamızda. İlk yolculuk, herkesin gözü önündedir; adım adım büyür, öğrenir, kazanır ya da kaybederiz. Ancak ikinci yolculuk, yalnızca derin bir sessizliği dinleyenlerin, kendisiyle yüzleşmeye cesaret edenlerin fark edebileceği bir hikâyedir. İşte "kendimize gelmek" dediğimiz o büyük anlam, bu ikinci yolculuğun özüdür.
Hayat, çoğu zaman karmaşanın, gürültünün ve bir yerlere yetişme telaşının içinde geçer. Ancak bir an gelir ki, insan tüm bu koşuşturmaca içinde durur ve bir soru sorar: "Ben kimim?" İşte bu soru, içsel yolculuğun başlangıç noktasıdır. Yunus Emre, bu derin arayışı en güzel şekilde dile getirir: "Benden bana ne, benden geriye ne kaldı?" Bu sözler, insanın yalnızca dışarıdaki dünyayla değil, kendi içindeki dünya ile de yüzleşmesi gerektiğini hatırlatır. Kendimize gelmek, yalnızca bir varoluşsal farkındalık değil, aynı zamanda evrensel bir hakikate yaklaşma çabasıdır. Bu, yüzeydeki gürültülerden sıyrılıp, derinlerdeki sessizliğe kulak verme cesaretidir.
Bir gün Yunus Emre gibi dağlara bakar insan. İlk bakışta görünen yalnızca kayalar, ağaçlar, belki birkaç hayvandır. Ama içsel bir yolculuğa çıkmış biri için o dağlar, artık sıradan bir manzara değil, hakikatin izlerini taşıyan kutsal birer işaret olur. Yunus, "Baktım ki, her şeyde bir hikmet var" derken işte tam da bunu anlatır. Her şey, insanın özünü keşfetmesi için birer vesiledir. Dağların sessizliği, insanın kendi içindeki kaosu anlamlandırmasına yardımcı olur. Yunus’un bu bakış açısı, insanın yalnızca kendisini değil, evrenin tamamını daha derin bir anlamla kucaklamasını sağlar.
Bu yolculukta Mevlana'nın sözleri de yankılanır: “Bütün aradıklarını içinde bulacaksın, arama dışarda.” İnsan, çoğu zaman dışarıda bir şeyleri aramakla meşguldür: başarıyı, mutluluğu, huzuru... Ama bir gün fark eder ki, her şey aslında kendi içinde saklıdır. Dış dünyada aradığı her çözüm, aslında kendi ruhunun derinliklerindedir. Kendimize gelmek, bu gerçeği fark edip, dışarıdaki yanılsamalardan sıyrılarak içsel huzura yönelmektir.
Ancak bu yolculuk kolay değildir. İnsan, özüne dönerken kendi karanlıklarıyla yüzleşmek zorundadır. Yunus Emre’nin “Söylesem de söylemesem de, bil ki aşk her yönüyle beni sarar” dediği gibi, bu karanlıkların ortasında bile insanı sarıp sarmalayan bir şey vardır: aşk. Aşk, insanın içsel yolculuğunda bir meşale gibi yolunu aydınlatır. Bu aşk, sadece bir insana ya da bir varlığa duyulan sevgi değil, evrensel bir bağlanış ve huzur halidir. İşte bu yüzden kendimize gelmek, aslında bu aşkı yeniden bulmak anlamına gelir.
Edebiyat, bu yolculuğu anlatmanın en güçlü yollarından biridir. Yunus Emre’nin şiirleri, yalnızca birer edebi eser değil, insanın içsel keşfine rehberlik eden birer haritadır. Onun dizelerinde, insanın kendisini bulması için sabır ve sevgiyle yoğrulmuş mesajlar gizlidir. Yunus, sevginin ve aşkın, insanın içindeki karanlıkları aydınlatacağını, nihayetinde insanı hem kendisiyle hem de evrenle barış içinde bir arada tutacağını söyler.
Bu içsel yolculuk yalnızca bireysel bir arayış değil, aynı zamanda insanlığın ortak hikâyesidir. Yunus Emre’nin öğretilerine göre, insan kendi özüne döndükçe, tüm insanlıkla olan bağını da güçlendirir. Çünkü insan, aslında yalnızca kendi içinde değil, diğer insanlarla kurduğu bağlarda da kendini bulur. Kendimize gelmek, hem bireysel hem de evrensel bir uyanışın adıdır.
İnsan, bu yolculuğun sonunda hem kendisini hem de dünyayı daha anlamlı bir şekilde görür. Bu yolculuk, bir son değil, sürekli bir keşiftir. Yunus Emre’nin dediği gibi, “Her şeyde bir hikmet var.” Ve o hikmet, yalnızca bakmayı değil, görmeyi bilenlerin iç dünyasında parlamaya devam eder. Kendimize gelmek, işte bu ışığı bulmak ve o ışıkta tüm varoluşu görmek demektir.
O zaman, kendimize gelir misiniz? Mustafa ŞİMŞEK