“Beni sevmek zordur,” dedi adam, derin bir içtenlikle.
Karşısındaki, ona sevgi dolu gözlerle bakan bir gülümsemeyle yanıtladı: “Seni çok seviyorum. Emin misin?”
Adam, bu yanıt karşısında şaşırmıştı. “Ne demek istediğini anlamadım,” dedi. Ama devam etti, kararlı bir sesle: “Beni sevmek için yalnızca doğru olmak yetmez; dosdoğru olmalısın. Karşılıksız, menfaatsiz, katışıksız seveceksin.”
Bu sırada, karşısındaki derin bir düşünceye daldı. “Hiçbir konuda insanları, hayvanları hatta bitkileri bile aldatmayacaksın. Aldatan bizden değildir. Yalan söylemeyecek, çalmayacak, başkalarına el açmayacaksın. Hakkın olmayan hiçbir şeyi istemeyecek, kabul etmeyeceksin.”
Adamın sözleri havada asılı kaldı. Her kelime, bir ağırlık taşıyor, düşünceleri sarmalayıp yeni ufuklara açıyordu. “Senin için helal olan tek şey, çalışarak elde ettiklerindir. Elinden geleni yapacak, sonra sabredeceksin.”
Bu noktada, karşısındaki gözlerini sıktı. Çünkü sevgi, yalnızca bir duygu değil; derin bir sorumluluktu. “Kazandıklarında fakirin hakkı vardır, geciktirmeden paylaşacaksın. Alan el değil, veren el olacaksın. Cimri değil cömert olacaksın,” diyerek sözlerine devam etti.
Her cümle, bir sınav gibiydi. “Etrafındaki insanlar senden emin olmalı; malına, mülküne, evlatlarına güvenmeyeceksin. En çok hakkı olan, seni yaratan olmalı. O’na güvenmeli, başkalarından bir şey istememelisin.”
Zaman ilerledikçe, adamın sesi daha kararlı ve Kesindi. “Hiçbir iyilikten karşılık beklemeyeceksin. Aileni kimseye muhtaç etmeden mutlu etmeye çalışacak, komşularının hakkını gözeterek onlarla iyi geçineceksin.”
Tüm bu öğütler, insanlığa dair bir rehberlik ediyordu. Her cümle, toplumsal bir yapı inşa ediyor, sevginin yalnızca bir duygu olmadığını, ama bir yaşam biçimi olduğunu vurguluyordu.
“İnsana karşı insanca davranışları övecek, hataları eleştireceksin. İhtiyarlığından önce gençliğinin, hastalığından önce sağlığının değerini bileceksin. Çünkü insanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır.”
Sözlerinin etkisi, kelimelerin ağırlığıyla daha da derinleşti. “Kendi hayatını kolaylaştırdığın gibi, başkalarının hayatını da kolaylaştıracaksın.”
Bu sözler, çok uzak diyarlardan yankılanıyordu. Meraklı kalabalıklar, onun bu derin hikmetlerini duymak için bir araya gelmişti. Şehrin meydanında, insanların toplandığı bir yere yöneldiler. Kalabalıkta, aradıkları o özel kişiyi bulamayınca hayal kırıklığına uğradılar.
Ama bir adam, elinde sürahi ile su dağıtıyordu. Gözlerindeki sevgi, kalabalığın arasındaki en değerli hazinedi. Yabancı grup, ona yaklaşıp sordu: “Bu kalabalığın içinde peygamber olan Muhammed hangisi?”
Su dağıtan gülümsedi ve yanıtladı: “İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok hizmet edendir.”
İşte sevmenin ve hizmet etmenin gerçek bedeli budur: Kendini başkalarına adamak, karşılıksız bir sevgiyle yaşamak. Bu, sadece bir duygu değil, bir hayat felsefesidir. Sevgi, yalnızca kalpte değil, eylemlerde de var olmalıdır.