Duygularımızın dışa vurumu, bir anlamda acılarla sevinçlerin dile getirilişidir. Müziğin sihri, bulunduğumuz ortamla, coşku ve hüzün duygularımızın bağdaşarak anlam kazanmasını sağlamaktadır. Yani, duygu ve düşünceleri, kulağa hoş gelen ses veya enstrümanla notalar yardımıyla anlatma sanatıdır müzik.
Kimi zaman uyuyan duygularımızı harekete geçirip, çalar saat görevi de görmektedir. Duymak isteyip de duyamadığımız sözleri, duymuş gibi hissetmemizi sağlar müzik. İnsanın aklına girdikten sonra geri alınmaz. Müzik, insanın kendini eserlerle anlatmasına olanak vermekle beraber, sözsüz icra edildiğinde zihni aşıp duygulara ulaşır.
Tek evrensel dildir…
Duygu pekiştiriciliğinin yanında, müzik evrenin sesi olma özelliğine de sahiptir. Kimi zaman efkâr dağıtan, adeta sinir alan müzikle kendini bulur insan. Ses ve sazın uyumu içimizde sanki bir devi uyandırır.
Yaşadığımız duygu şiddetini anlatan, kulak algısı diyebileceğimiz ve kimin seslendiğini fark ettiren, beyne jimnastik yaptıran, ses egzersizleriyle insana zaman ve değişik mekânlar sunan içinde nefes alıp soluklanabileceğimiz, mesafeleri öğrenebileceğimiz, belki de kendimizi kurtarabileceğimiz yerlere götüren ve her yeri evimiz gibi hissettiren bir güzelliktir müzik.
Düşünceyi etki altına almaya yarıyor… Sesi güzel birisine “patlat şuradan bir şarkı” veya sesi göreceli olarak kötüyse “karga sesinle şarkı söyleme” denir. Müzik, kimi zaman kulağa hoş gelir, kimi zaman da kulağı tırmalayıp içimizi karartabilir. O zaman haklı olarak denir ki “müzik var, müzik var!”.
Müzik, seste bir renktir. Sahneye ancak sizin isteğinizle çıkar, açıkça ne söylenirse o duyulur.. Müzik, bir filmin kurgusunda en önemli öğelerdendir. Filme heyecan katar. Sinemamızda Cahit Berkay’ın yeri başkadır. Son dönemde çekilen “Hatırla Sevgili” adlı TV dizisinin müziklerini anımsayın: Erdal Güney ve Kemal S.Gürel’in müzikleri dizinin etkisini daha da arttırmış, zenginlik katmıştır.
İnsana hayatın en güzel duygularını kat kat yaşatabilme özelliğine sahip, paylaşım sağlatabilen, geçmiş özlemini uyandıran, zihnimizdeki fotoğrafları sayfa sayfa açmada anahtar görevi gören, anılarımıza can verebilen, sevilesi insanları bize getiren, kendinize dönmek, dünyanıza dalmak için birebir olan, dinlenmesi ve icra edilmesi güzel bir sanat türüdür. Müzik sosyal olaylardan bağımsız değildir…
Her adımda, hayatın içinde, insanın bedeninde var olan, kimilerinin ellerinden kimilerinin seslerinden süzülüp gelen, bağımlılık yapıcı bir sanat dalıdır müzik.
Ozan dile gelir, barış ve dostluk için beste yapar. Yusuf Hayaloğlu’nun “Ah Yüreğim” adlı şiirindeki “ben dururum kuşlar gider aşkın uzak ülkesine/ben dururum deniz başlar bitmeyen türküsüne” dizesiyle dile getirdiği gibi dalgaların karaya haykırdığı, duyguyu sözle buluşturan bir Banu Kırbağ yorumuyla uzaklara ulaşıp yeryüzünün büyük korosu olur.
Herkesin anlam çıkardığı bazı sözlerin beyinlerde bir izi olur huzur verir. Sabahattin Ali’nin “Hapishane Şarkısı” şiirinde “"görmek istersen denizi/yukarıya çevir yüzü/deniz gibi bir gökyüzü/aldırma gönül aldırma" deyişindeki gibi. Sinop Cezaevi duvarları ardından ses vermiştir insanlığa. Selda Bağcan ve Edip Akbayram’ın yorumuyla geniş kitleler bu yapıtı dinledi.
Nazım Usta’nın 1963’ ten önce yazdığı bir şiir olan “Hoşçakal Kardeşim Deniz” , 1970’li yıllarda Zülfü Livaneli tarafından bestelenmiş ayrıca Leman Sam yorumuyla kitlelerce sevilip ona farklı anlamlar bile yüklenmiştir. Kimi zaman keyif veren, kimi zaman sakıncalı ilan edilendir müzik.
Hiçbir ozan sosyal olaylara duyarsız kalamaz. Karacaoğlan, Pir Sultan, A.Veysel ve Yunus Emre’yi anımsayın. Onlar çabalarıyla öncü oldular; ancak halkın sanatçısı olmanın bedelini ağır ödediler. Hatta, Grup Yorum’un, 32. gün belgeselinde dendiği gibi ‘’çok fazla saz çalmaktır’’ onların suçu.. Halk müziğinin rotasını değiştirebilen ve bu ülkenin türkülerine yeniden can veren Ruhi Su Ustamıza reva görülenleri anımsar mısınız? Onun, bu ülkede değerini bilemediler; üstelik yok etmeğe de çalıştılar. Oysa, “Bir ulusun türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür” dememiş miydi yüzyıllar önce W.Shakespeare
Dünyanın en eski sanatlarından biridir müzik. Kendi içersinde çeşitli dallara ve türlere ayrılır. Arabesk ise ülkemizde en çok dinlenen türdür. Özellikle dolmuş gibi değişik mekânlarda karşımıza çıkar. Olaylara kaderci bakış açısıyla yaklaşarak içe dönüklüğü anlatmaktadır. Özellikle 12 Eylül’den sonra topluma benimsetilen, daha sonra TRT’nin de yasakladığı bir tür olmakla beraber, sistemdeki olumsuzlukların kaderden kaynaklandığı üzerinde durmaktadır. İşlediği temalar bunun bir göstergesidir. Arabesk hüznün sesi olarak ta algılanabilmektedir. Bir bakıma çıkmazın sesi ve yılgınlığı anlatmakta çaresizliğin resmidir. İç çekişlere de yer veren kalın kemanın sesiyle alt yapısı oluşturulan, daha çok kişinin kendisini suçladığı görülen “susadım çeşmeye gelmez olaydım” ya da “yazıklar olsun” sözlerinde olduğu gibi köyden kente gelip de uyuşamayan kişilerin tercih ettiği bir türdür. 1985 yılından itibaren bu müziğe alternatif olarak Ahmet Kaya, Ezginin Günlüğü, Çağdaş Türkü, Baran, Kızılırmak gibi kişiler, guruplar müzik alanında yer almaya başladılar…
Müziğimiz nerden nereye?
Türkiye’de pop müzik, Erol Büyükburç’un “Little Lucy” adlı çalışması ile başladı ve 1990 yılından sonra da pop müzik patlaması oldu. Yeni cici kız imajı giydirilmiş Yonca Evcimik dansları ve sözleri çok tartışılan “Abone” adlı şarkısıyla fırtına gibi esmişti. Basit ve tekrar eden ardıllarına kapı açan ve birbirini kovalayan uçuk şarkılar, kliplerin de etkisiyle geniş kitlelere yayılmıştı.
1998 yılında Türkiye’de “türkü” patlaması olmuştur. Genç sesler Anadolu ezgilerini çağdaş halk müziği tarzında söyledi ve türküler bağlama yanında diğer batı enstrümanlarıyla birlikte icra edildi. Bu tarzın öne çıkan isimleriyse Şükriye Tutkun, Yavuz Bingöl, Seza Kırgız vb. idi. Cumhuriyetin ilk yıllarında, geleneksel müziğimizin yanı sıra ülkemize batı tarzında çok sesli müzik de kazandırılmaya çalışıldı. Ancak piyasanın etkisiyle arabesk, pop, fantezi vs. derken müzik anlayışımız çok değişti. Son yıllarda müzik sektörünün idolleri olan “yeşil pop”çular, İslamî kesim gençlerini hedef alan müzik yapımcılarının yeni ekmek kapıları oldular.
Günümüzde, sanatçılar ve müzik yapımcıları ciddi anlamda sıkıntılarla karşı karşıyadırlar. Çünkü teknolojik gelişmeler, müzik üretim alanında büyük kolaylıklar sağlamasına rağmen, satışlarda kayda değer düşüşlere neden olmaktadır. MP3 olarak ta bilinen ses dosyaları, albümlere kolay ulaşımı ve tanıtımı sağlarken, dijital ortamlarda ücretsiz yayıma da olanak vermektedir. Her alanda olduğu gibi, bu durum kaliteyi etkilemekte, dijital alandaki seste CD’deki kalite düzeyine erişilememektedir. Kolay tüketimin müzik emekçilerinin hakkını göz ardı etmesi, müzikte kaliteli üretimin düşmesine neden olmaktadır.
Hiç şüphesiz ülkenin ekonomik ve sosyal durumu, bütün sanat eserleri gibi müziğin de hırsızlığa maruz kalmasında etkili olmaktadır. Unutmamalı ki her albüm çalışması, diğerleri gibi bir emeğin sonucunda ortaya çıkmaktadır. K.Marks’ın deyişiyle ekonomik koşullar kültür ürünlerinde de belirleyici olmaktadır. Müzik, içerisinde matematiği barındırmakla beraber, sihri 7 notada gizlidir. İlginçtir ki, doğada yedi ana renkten milyonlarca renk oluşturulduğu gibi; müzikte de yedi notayla harika sesler cümbüşü yaratılabilmektedir.
Her derde deva ve bitip tükenmez bir “ab-ı hayat”tır müzik.