Prof. Dr. Mehmet TOMANBAY
Ufuk Üniversitesi
Dünya ülkeler arası kutuplaşmanın arttığı, bölgesel çatışmaların yoğunlaştığı, konvansiyonel silahlanmanın hızlandığı ve nükleer silahlanmanın yeniden başladığı çok tehlikeli bir döneme girdi. Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu üçgeninde, dünyanın en stratejik bölgesinde olan Türkiye bu tehlikeyi en yakından yaşayan ülke.
ABD Başkanı Trump, 27 Ocak 2017 tarihinde “ABD’nin Nükleer Durumunun İncelenmesi”ni istemişti. Bu çalışma 4 Şubat 2018 tarihinde yayınlanan bir raporla sonuçlandırıldı. Yayınlanan Nükleer Durum İncelemesi Raporu uzun yıllardır bu gibi raporlarda adları anılmayan iki ülkeyi; Çin ve Rusya’yı yeniden ABD’ye karşı en büyük tehdit olarak tanımladı. Bu tehdide karşı da ABD'nin "özel ve esnek" adımlar atarak nükleer kapasitesini geliştireceği belirtildi. Hedefin nükleer silah miktarını artırmak olmadığı, mevcut kapasiteyi modernleştirme ve düşük verimli nükleer başlıklar geliştirmek olduğu vurgulanan raporda, bir diğer ifadeyle ABD, caydırıcılığı arttırmak amacıyla savaşlarda kullanabileceği küçük çaplı nükleer silahlar geliştireceğini ilan etti. ABD’nin bu yeni atağına karşılık Rusya Federasyon Konseyi Savunma ve Güvenlik Komitesi Başkan Yardımcısı Frants Klintseviç ise Rusya'nın kendisini bu tehditlerden korumak zorunda kalacağını vurgulayan bir açıklama yaptı. Tüm bu gelişmeler dünyanın yeniden soğuk savaş dönemine girdiğini gösteriyor.
Kuşkusuz Dünya için bir nükleer savaş tehlikesi büyümekte. Bir diğer ifadeyle “Kıyamet Günü” yaklaşmakta.
II. Dünya Savaşı sırasında ABD, Kanada ve İngiltere nükleer silah üretmek için Manhattan Projesi adıyla bir proje başlatmışlardı. Projede çok sayıda bilim insanı ve nükleer fizikçi çalıştı. Bu bilim insanları İkinci Dünya Savaşı’nda Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarını imal ettiler. Ancak atılan bombalar sonrasında ortaya çıkan büyük yıkıma bakarak, belki de bir anlamda yaptıklarından pişman olarak, bir nükleer savaş olasılığına karşı Dünyayı uyarmak amacıyla 1947 yılında, Dünyanın bir nükleer savaşa ne kadar yakın ya da uzak olduğunu anlatabilmek için “Doomsday Clock” yani Kıyamet Günü Saati adıyla bir simgesel saat oluşturdular. Kıyameti “Geceyarısı” yani “Midnight” olarak tanımlayan bilim insanları, simgesel Kıyamet Günü Saati’ni kendilerinin iki ayda bir çıkararak yayınladığı ve bilim dünyasında saygın bir yeri olan “Atom Bilim İnsanları Bülteni” adlı derginin 1947 yılı Haziran sayısının kapağında yayınladılar. Dergiyi çıkaran ünlü nükleer fizikçiler başta olmak üzere bir grup bilim insanı uluslararası diplomatik, siyasal ve askeri gelişmeleri inceleyip, özellikle nükleer silahlara sahip ülkelerin arasında ortaya çıkan uluslararası güç dengesine bakarak Dünyanın bir felakete ne kadar yaklaştığını ya da felaketten uzaklaştığını dakikalarla göstermeyi amaçlamışlardı.
Simgesel Doomsday Clock’ın yani Kıyamet saatinin ilk yayınlandığı 1947 yılı Haziran ayı sayısında, bilim insanları uluslararasında ortaya çıkan güç dengesine ve yapılan incelemelere dayanarak, kıyamet gününe 7 dakika kaldığına karar vermişlerdi. Bu kararın sonucunda saat 12’ye 7 olarak ayarlanmış ve Dergi kapağında böyle yayınlanmıştı.
Derginin bilim insanları 1947 yılından günümüze kadar geçen 70 yılda dünyadaki gelişen olaylar sonucu ortaya çıkan güç dengelerini değerlendirerek, aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere, Kıyamet Saatini 24 kez ayarladılar. 1949 yılında bir nükleer savaşa üç dakika ve 1953 yılında da saati bir dakika daha ileriye alarak savaşa çok yaklaşıldığını belirtmek üzere iki dakika kaldığına karar verdiler.
Ancak zaman geçtikçe nükleer savaşın yaratacağı yıkıcı etkinin anlaşılması ve ülkelerin bu konudaki toplumsal duyarlılıklarının artması, uluslararası düzeyde olumlu askeri, siyasal ve diplomatik gelişmelere yol açtı. Bunun sonucunda nükleer savaş tehlikesinden uzaklaşıldığını göstermek üzere saat gece yarısından dakikalarla uzaklaştırıldı. Örneğin bilim insanları olumlu gelişmeleri değerlendirerek, 1991 yılında bir nükleer savaşa yani kıyamet gününe 17 dakika kaldığını ilan ettiler. Ancak ne yazık ki 1991 yılından başlayarak, Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonucunda önce tek kutuplu bir dünya ve sonraları da yeniden çok kutuplu bir dünyaya doğru yeni gelişmelerin ortaya çıkması, silahlanma yarışını yeniden hızlandırdı. Bir yandan Rusya ve Çin’in dünya güç dengesinde tekrar ortaya çıkmaları ve Kuzey Kore’nin yeni bir nükleer güç olarak belirmesi, Trump’ın nükleer silahlanmayı yeniden başlatması öte yandan Ukrayna-Kırım, Ortadoğu gibi bölgesel savaşların yoğunlaşması bir nükleer savaş tehlikesini eskiden olmadık derecede büyütmeye başladı. Bu gelişmelerin sonucunda 1991 yılından sonra yapılan dokuz ayarlamanın biri dışında her seferinde Midnight’a yani nükleer savaşa daha da yaklaşıldığı ilan edildi. 1991’de gece yarısına yani kıyamete uzaklık 17 dakika iken 1994’de 14 dakikaya ve sonraları hızla azalarak en son 2017 yılında 2.5 dakikaya düşürüldü.
25 Ocak 2018 tarihi saatin en son ayarlandığı gündür. Bir yıl önce, gece yarısına 2.5 dakika kalmışken, son bir yıl içinde yaşanan gelişmeler saatin tekrar ayarlanmasına yol açtı. CNN tarafından da canlı yayınlanan bir programla bilim insanları gece yarısına yani nükleer savaşa yarım dakika daha yaklaşıldığını ve sadece iki dakika kalındığını ilan ettiler. Yaptıkları resmi açıklamada; “dünyadaki başlıca nükleer aktörlerin, nükleer alanda kullandıkları pervasız dil ile zaten tehlikeli durumu daha da ısıttıklarını ve çok pahalı ve kaza olasılıklarının ve yanlış algılamaların artmasına yol açacak çok riskli yeni bir silahlanma yarışının zirvesinde” olduklarını belirttiler.
Gerçekten de bir yandan ABD ve NATO, Avrupa´ya çok sayıda tank, askeri personel ve taşıyıcı taşımakta. Öte yandan Rusya Avrupa´da sınırlarını gelişmiş silahlar ve çok sayıda asker ile tahkim etmekte. Öte yandan Ortadoğu, Avrupa´daki Ukrayna sorunundan daha ciddi uluslararası bir çatışma, savaş, kaos bölgesi olarak Dünya barışına bir büyük tehdit oluşturmakta.
Dünyanın içinde bulunduğu böyle tehlikeli bir dönemde Türkiye’nin hızla ve zaman geçirmeden Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünya’da Barış” ilkesine hızla ve daha fazla sahip çıkması ve bu yönde adımlar atması ülkemizin bekası için kaçınılmaz bir gerekliliktir.