Dünya ülkeler arası kutuplaşmanın arttığı, bölgesel çatışmaların yoğunlaştığı, konvansiyonel silahlanmanın hızlandığı ve en kötüsü de nükleer silahlanmanın yeniden başladığı çok tehlikeli bir döneme girdi. Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu üçgeninde, dünyanın en stratejik bölgesinde olan Türkiye bu tehlikeyi en yakından yaşayan ülke. Böyle bir dönemde, Türkiye’nin bölgesinde güçlü bir ülke olması tehlikelere karşı koyabilmesi açısından çok önemli.
Askeri açıdan bakıldığında ülkelerin güçlülüğünü belirleyen en önemli kıstas ordularının askeri ve silah gücü açısından büyüklüğüdür. BU açıdan baktığımızda Türkiye, Nato’nun ikinci büyük ordusuna dünyanın da 10. Büyük ordusuna sahip bir ülke olarak oldukça güçlü görünen bir ülke. Öte yandan ABD hem Nato açısından hem de dünya kıyaslamasında en güçlü orduya sahip ülkedir. Dünyada ikinci sırada ise Kuzey komşumuz Rusya var. Ancak, büyük bir orduya sahip olmak bir ülkenin güçlülüğünü belirleyen en önemli unsur mudur? Kuşkusuz değil. Güçlü ülke olmanın, güçlü bir orduya sahip olmanın yanı sıra, çok önemli birkaç unsuru daha var. Gelin konuyu açmak için Rusya’nın 2 Şubat 2018 Cuma günü 71. yılını törenlerle kutladığı Stalingrad zaferine yakından bakalım.
Stalingrad, Rusya’nın Volga nehri kıyısındaki büyük kentlerinden birisidir. 1960’larda adı Volgograd olarak değiştirilen bu kentle anılan zafer İkinci Dünya Savaşının kaderini değiştiren muharebedir.
Bilindiği gibi 1 Eylül 1939 tarihinde Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle başlayan İkinci Dünya Savaşı altı yıl sonra, Japonya’nın resmen teslim olduğu 2 Eylül 1945 tarihinde sona erdi. Büyük devletlerin hemen hepsinin dahil olduğu 20. yüzyılın bu en kanlı savaşında 100 milyondan fazla askeri personel seferber edildi, yaklaşık 65-70 milyon insan öldü. Savaş, bir tarafta Mihver devletler diye anılan Almanya, İtalya ve Japonya ile bir kısım küçük devletlerden, öteki tarafta da Müttefik devletler diye anılan İngiltere, ABD, Çin, Sovyetler Birliği ve Fransa’nın başını çektiği devletlerden oluşan blok arasında yaşandı.
Savaştan kısa bir süre önce Almanya ve Sovyetler Birliği, gizli protokollerle, sınırları arasında kalan ülkelerin paylaşılmasını da içeren, bir saldırmazlık paktı imzalamıştı. Gizli protokollere dayanarak sınır devletlerini işgal etmeye başlayan Almanya ve Rusya, bir süre sonra, anlaşmazlıklara düştüler. Bunun üzerine Hitler, saldırmazlık anlaşmasını rafa kaldırarak, 22 Haziran 1941 tarihinde Sovyetler Birliğini işgale başladı. Almanya’nın, bu işgal hareketiyle İkinci Dünya Savaşının Doğu Cephesi açılmış ve tarihin en geniş çaplı askeri harekatı başlamış oldu. Almanya ve Mihver devletler 4.5 milyon asker ile Sovyetler Birliği’ni işgal ettiler. Hareketin önemli hedeflerinden birisi Stalingrad idi. Stratejik konumu nedeniyle Stalingrad’ın işgaliyle hem Kafkaslardan Sovyetler Birliği’ne gelen petrol akışı kesilecek ve hem de Romanya ve Kafkaslardaki petrol yatakları ele geçirilecekti. Ayrıca liderinin adıyla anılan Stalingrad’ın ele geçirilmesi Sovyetler Birliği’nde büyük bir psikolojik çöküşe de neden olacaktı.
İşgalin ilk yılı, güçlü Alman orduları hızlı bir ilerleyişle Leningrad’ı (Sen Petersburg) kuşatmış ve Kızıl Ordunun direnişine rağmen Moskova’nın varoşlarına kadar gelmişti. Savaşın ikinci yılında, 30 Ağustos 1942 tarihinde Stalingrad kuşatması başlamıştı. Yaklaşık beş ay süren kuşatmaya Mihver ordularından bir milyondan fazla, Sovyetler Birliğinden de 2.5 milyon dolayında asker katıldı. Kış aylarında ve çok güç doğa koşullarında gerçekleşen dünya tarihinin bu en kanlı savaşında her iki taraftan yaklaşık 1.7 ile 2.0 milyon dolayında savaş kaybı oldu.
Büyük bir teknoloji ve silah üstünlüğüne sahip Alman, İtalyan, Romen ve Hırvatlardan oluşan Mihver ordularının Stalingrad kuşatması, 2 Şubat 1943 tarihinde Kızıl Ordu tarafından esir alınmaları sonucunda başarısızlıkla sonuçlandı. Bu zafer Sovyetler Birliği’nin en büyük askeri zaferlerinden biri olarak tarihe geçti.
Sovyetler Birliği döneminde ve komünist bir yönetim tarafından elde edilen bu tarihi zaferin yıldönümünü, Rusya geçtiğimiz 2 Şubat 2018 Cuma günü 75 yıldan beri ilk kez resmi bayram olarak törenlerle kutladı. Kutlamalar kapsamında Rusya Başkanı Vladimir Putin, Volgograd kentinde meçhul asker anıtına çelenk bıraktı ve bir konuşma yaptı.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından uzun bir süre sonra tekrar süper güç haline gelen Rusya’nın lideri Putin, yaptığı konuşmada “güçlü ve dürüst olacağız” (We will be strong and honest) sözleriyle güçlü ülke oldukları ve daha da güçlenecekleri mesajını verdi. Gene aynı konuşmasında “kendilerinden önce gerçekleştirilen her şeyle gurur duyduklarını ve duymaya devam edeceklerini” söyledi.
Putin konuşmasında, Rusya’nın güçlü ülke olduğu mesajını verirken, Dünyanın en güçlü ikinci ordusuna ve nükleer güce sahip olmasına rağmen, iki önemli noktaya daha vurgu yaptı. Bunlardan ilki; “kendilerinden önce gerçekleştirilen her şeyle gurur duyduklarını ve duymaya devam edeceklerini” söyleyerek ülke tarihine sahip çıkılmadan güçlü ülke olunamayacağını vurguladı. Oysaki, Stalingrad zaferi, Rus halkı tarafından tasvip edilmeyerek yıkılmış komünist dönemde ve en çok nefret edilen komünist lider Stalin tarafından kazanılmıştı. Buna rağmen Zafer, ne küçük gösterilmeye ve yok sayılmaya çalışıldı ne de zaferi kazanan lider aşağılanmadı, hakarete uğramadı. Aksine Putin, zaferi, ülkesinin ve halkının geçmişte elde ettiği bir zafer olarak, Rus halkına ve yeni nesillerine övünçle ve gururla aktardı, sahiplendi.
Putin’in vurguladığı ikinci nokta ise, Rusya’nın dürüst bir ülke olacağı idi. Bu sözüyle de dürüst ve adil bir yönetim olmadan halkın güveninin kazanılamayacağı ve güçlü bir orduya rağmen güçlü ülke olunamayacağı mesajını verdi.
Putin’in bu konuşmasından, güçlü ülke olmak isteyenlerin çıkaracağı çok önemli dersler var.