PROF DR. Mehmet TOMANBAY
Köşe Yazarı
PROF DR. Mehmet TOMANBAY
 

EKONOMİDE YAPISAL SORUNLAR BÜYÜYOR

Özellikle 2012 yılından başlayarak büyümesi hızla gerileyen Türkiye ekonomisinde, yapısal sorunlar son dönemlerde ortaya çıkan siyasal ve sosyal sorunların da etkisiyle daha da ciddileşerek sürmektedir. En son 2011 yılında yüzde 8.8 büyüyen ekonomimiz bu yıldan sonra son beş yıldır ortalama 2.5-3.0 oranında bir büyüme oranına mahkum olmuş durumdadır. Büyüyemeyen ekonomi, üretemeyen ekonomi demektir. Üretemeyen ekonomi ise halkının gönencini (refahını) arttıramayan, dolayısıyla yoksulluk ve işsizlik gibi toplumun en temel sorunlarını çözemeyen bir ekonomi demektir. Ekonomik büyümede ortaya çıkan büyük gerilemenin altında ülkenin yatırım yapma yeteneğinin dumura uğraması yatmaktadır. Ülke uzun bir zamandır üretken yatırım yapamaz hale gelmiştir. Çünkü, bir ülkenin yatırım yapabilmesi için sermayeye gereksinimi vardır. Yatırıma ayrılabilecek sermayenin ana kaynağı vatandaşların tasarruflardır. Vatandaşlar gelirlerinin bir kısmını ihtiyat güdüsüyle tasarruf ederler. Tasarruf ettıkler paralarını ise ya güvende tutmak ya da gelir elde etmek için bankacılık sektörüne yönlendirirler. Bankacılık sektörü ise bu paraları yatırıma aktarır. Türkiye'de düşük büyüme oranları ile büyümenin ya da bir anlamda büyüyememenin altında bu noktada ortaya çıkan yapısal sorun yatmaktadır. Türkiye, özellikle 2003 yılından başlamak üzere hızla ortalama tasarruf oranı düşen ve tasarruf edemeyen bir ülke durumuna gelmiştir. 2001 yılında ortalama tasarruf eğilimi yüzde 25.5 olan Türkiye'de bu oran 2014 yılında yüzde 11.7'ye düşmüştür. Şu sıralarda ise yüzde 12'ler dolayında olduğu tahmin edilmektedir. Oysa aynı oran Çin'de yüzde 50, Rusya'da yüzde 30'lar ve AB ülkelerinde de yüzde 20-25 arasındadır. Dolayısıyla bankacılık sistemine yeterli düzeyde tasarruf gelmeyince yatırıma ayrılabilir fon arzı azalmakta bunun sonucunda da kredi faiz oranları yükselmektedir. Yani yatırım, yatırımcı için pahalı bir hale gelmekte ve yatırımlar yüksek faiz oranları nedeniyle azalmaktadır. Bu durumda yatırımcılar, ucuz kredi ve fonlar için daha düşük faiz oranlarına sahip dış sermayeye yönelmiş ve dışarıdan borçlanmayı arttırmışlardır. Özellikle 2001 yılında ABD'de ikiz kulelere yapılan saldırının olumsuz ekonomik etkilerini azaltabilmek için alınan ekonomik önlemler, dünyada finansal bir balon oluşmasına ve sıcak paranın bollaşmasına yol açmıştı. Dünya çapında bollaşan düşük faizli yabancı sermaye (sıcak para) olanağından yararlanan Türkiye bu dönemde bol miktarda dış borç almış ve yatırımlarını büyük miktarda yabancı sermayeye dayandırmıştır. Ancak ne yazık ki bu yatırımlar da inşaat gibi uzun dönemde üretken olmayan sektörlere gitmiş, bir anlamda har vurup harman savrulmuş ve sadece dış borç rekor düzeylere çıkmıştır. Türkiye'nin 2002 yılında 130 milyar dolar dolayında olan toplam dış borcu, son 14 yılda üç kattan daha fazla artarak 2016 yılı üçüncü çeyreğinde 450 milyar dolara yaklaşmıştır. AKP Hükümetlerinin harcamayı özendiren popülist politikaları etkisiyle tasarruf edemeyen ve bu nedenle yatırım açısından yabancı sermayeye bağımlı hale gelen Türkiye şimdi de dünyada, bölgemizde ve ülkemizde yaşanan olumsuz ekonomik ve siyasal sorunlar nedeniyle dış borç da bulamaz ya da çok pahalıya borçlanabilir bir noktaya gelmiştir. 2008 yılında ABD'de mortgage krizi olarak başlayıp tüm dünyayı saran ekonomik kriz, küresel düzeyde hala etkisini sürdürmektedir. Dünya ekonomisinin amiral gemisi durumundaki ABD ekonomisi canlanma işaretleri verdikçe, ABD merkez bankası FED'in faiz oranlarını yükseltmeye başlayacağı beklentisi, doların dünyada değerini arttırmaya başlamasına yol açmıştır. Ülkemizde ise 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında ortaya çıkan çalkantılı siyasal ortam, Suriye'de başlatılan Fırat Kalkanı operasyonu, Standart and Poor's ve Moody's adlı reyting kuruluşlarının kredi notumuzu düşürüp Türkiye'yi yatırım yapılamaz ülke olarak ilan etmesi ve son olarak da Başkanlık tartışmalarının yeniden gündeme gelmesi Türkiye'ye olan güveni sarsmış ve TL değer yitirirken dolar hızla değer kazanmaya başlamıştır. Hükümet tarafından çizilen pembe tablolara rağmen önümüzdeki günlerin ekonomik açıdan rahat geçmeyeceği, sıkıntıların daha da artacağı ortadadır. Belirttiğimiz siyasal ve ekonomik sorunlar tasarruf edememe, yabancı sermayeye bağımlı hale gelme ve üretken yatırım yapamama gibi ülkemizin ekonomideki yapısal sorunlarını daha da büyütmektedir. Bu sorunlardan çıkışın başlangıcı öncelikle siyasal ortamın gerginliklerden uzaklaşması, demokratik sistemin yeniden güçlendirilmesi ve böylelikle hem içte hem de dışta güven unsurunun arttırılmasına bağlıdır. Aksi halde ekonomik açıdan gelecek için umutlu olacak hiçbir işaret ufukta görünmemektedir.  
Ekleme Tarihi: 20 Ekim 2016 - Perşembe

EKONOMİDE YAPISAL SORUNLAR BÜYÜYOR

Özellikle 2012 yılından başlayarak büyümesi hızla gerileyen Türkiye ekonomisinde, yapısal sorunlar son dönemlerde ortaya çıkan siyasal ve sosyal sorunların da etkisiyle daha da ciddileşerek sürmektedir.

En son 2011 yılında yüzde 8.8 büyüyen ekonomimiz bu yıldan sonra son beş yıldır ortalama 2.5-3.0 oranında bir büyüme oranına mahkum olmuş durumdadır. Büyüyemeyen ekonomi, üretemeyen ekonomi demektir. Üretemeyen ekonomi ise halkının gönencini (refahını) arttıramayan, dolayısıyla yoksulluk ve işsizlik gibi toplumun en temel sorunlarını çözemeyen bir ekonomi demektir.

Ekonomik büyümede ortaya çıkan büyük gerilemenin altında ülkenin yatırım yapma yeteneğinin dumura uğraması yatmaktadır. Ülke uzun bir zamandır üretken yatırım yapamaz hale gelmiştir. Çünkü, bir ülkenin yatırım yapabilmesi için sermayeye gereksinimi vardır. Yatırıma ayrılabilecek sermayenin ana kaynağı vatandaşların tasarruflardır. Vatandaşlar gelirlerinin bir kısmını ihtiyat güdüsüyle tasarruf ederler. Tasarruf ettıkler paralarını ise ya güvende tutmak ya da gelir elde etmek için bankacılık sektörüne yönlendirirler. Bankacılık sektörü ise bu paraları yatırıma aktarır.

Türkiye'de düşük büyüme oranları ile büyümenin ya da bir anlamda büyüyememenin altında bu noktada ortaya çıkan yapısal sorun yatmaktadır. Türkiye, özellikle 2003 yılından başlamak üzere hızla ortalama tasarruf oranı düşen ve tasarruf edemeyen bir ülke durumuna gelmiştir. 2001 yılında ortalama tasarruf eğilimi yüzde 25.5 olan Türkiye'de bu oran 2014 yılında yüzde 11.7'ye düşmüştür. Şu sıralarda ise yüzde 12'ler dolayında olduğu tahmin edilmektedir. Oysa aynı oran Çin'de yüzde 50, Rusya'da yüzde 30'lar ve AB ülkelerinde de yüzde 20-25 arasındadır. Dolayısıyla bankacılık sistemine yeterli düzeyde tasarruf gelmeyince yatırıma ayrılabilir fon arzı azalmakta bunun sonucunda da kredi faiz oranları yükselmektedir. Yani yatırım, yatırımcı için pahalı bir hale gelmekte ve yatırımlar yüksek faiz oranları nedeniyle azalmaktadır. Bu durumda yatırımcılar, ucuz kredi ve fonlar için daha düşük faiz oranlarına sahip dış sermayeye yönelmiş ve dışarıdan borçlanmayı arttırmışlardır.

Özellikle 2001 yılında ABD'de ikiz kulelere yapılan saldırının olumsuz ekonomik etkilerini azaltabilmek için alınan ekonomik önlemler, dünyada finansal bir balon oluşmasına ve sıcak paranın bollaşmasına yol açmıştı. Dünya çapında bollaşan düşük faizli yabancı sermaye (sıcak para) olanağından yararlanan Türkiye bu dönemde bol miktarda dış borç almış ve yatırımlarını büyük miktarda yabancı sermayeye dayandırmıştır. Ancak ne yazık ki bu yatırımlar da inşaat gibi uzun dönemde üretken olmayan sektörlere gitmiş, bir anlamda har vurup harman savrulmuş ve sadece dış borç rekor düzeylere çıkmıştır. Türkiye'nin 2002 yılında 130 milyar dolar dolayında olan toplam dış borcu, son 14 yılda üç kattan daha fazla artarak 2016 yılı üçüncü çeyreğinde 450 milyar dolara yaklaşmıştır.

AKP Hükümetlerinin harcamayı özendiren popülist politikaları etkisiyle tasarruf edemeyen ve bu nedenle yatırım açısından yabancı sermayeye bağımlı hale gelen Türkiye şimdi de dünyada, bölgemizde ve ülkemizde yaşanan olumsuz ekonomik ve siyasal sorunlar nedeniyle dış borç da bulamaz ya da çok pahalıya borçlanabilir bir noktaya gelmiştir. 2008 yılında ABD'de mortgage krizi olarak başlayıp tüm dünyayı saran ekonomik kriz, küresel düzeyde hala etkisini sürdürmektedir. Dünya ekonomisinin amiral gemisi durumundaki ABD ekonomisi canlanma işaretleri verdikçe, ABD merkez bankası FED'in faiz oranlarını yükseltmeye başlayacağı beklentisi, doların dünyada değerini arttırmaya başlamasına yol açmıştır. Ülkemizde ise 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında ortaya çıkan çalkantılı siyasal ortam, Suriye'de başlatılan Fırat Kalkanı operasyonu, Standart and Poor's ve Moody's adlı reyting kuruluşlarının kredi notumuzu düşürüp Türkiye'yi yatırım yapılamaz ülke olarak ilan etmesi ve son olarak da Başkanlık tartışmalarının yeniden gündeme gelmesi Türkiye'ye olan güveni sarsmış ve TL değer yitirirken dolar hızla değer kazanmaya başlamıştır.

Hükümet tarafından çizilen pembe tablolara rağmen önümüzdeki günlerin ekonomik açıdan rahat geçmeyeceği, sıkıntıların daha da artacağı ortadadır. Belirttiğimiz siyasal ve ekonomik sorunlar tasarruf edememe, yabancı sermayeye bağımlı hale gelme ve üretken yatırım yapamama gibi ülkemizin ekonomideki yapısal sorunlarını daha da büyütmektedir. Bu sorunlardan çıkışın başlangıcı öncelikle siyasal ortamın gerginliklerden uzaklaşması, demokratik sistemin yeniden güçlendirilmesi ve böylelikle hem içte hem de dışta güven unsurunun arttırılmasına bağlıdır. Aksi halde ekonomik açıdan gelecek için umutlu olacak hiçbir işaret ufukta görünmemektedir.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve burdurilkadim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.