Yeryüzünün en büyük neşesi, insanın dünyada sahip olacağı en güzel varlık ve ailenin sevgi meyvesidir. Hayatın ölüme verdiği gözdağı; umutla, ilk aşklarla, insanın içini yıkayan su, ışıl ışıl gözlerle hayatın anlamını taşıyandır. Büyüklerin dünyasın da gülümseyen canlı, dört mevsim gibidir. Gülüşüyle yüzümüzde çiçekler açtıran, pırıltısıyla içimizi ısıtandır. İki öpücük kondurmayı neden beceremiyoruz yanaklarına şımarmasın diye mi? Gözleri içtenlikle gülen bu canlıları, nasıl bizim gibi ruhsuz ve yaşamdan zevk almaz birer kişi haline geliyor? Ya da kimi zaman neden sokağa atıyoruz? Çalışsınlar sokaklarda, hayatı öğrensin diye mi?
Türkiye çocuk sorunlarını ertelemektedir. Bununla birlikte ülkemizde çocuk sorunları her geçen yıl derinleşmektedir. Sosyal güvenceden yoksunluk nedeni ile güç koşullardaki aile sayısındaki artış devam ediyor. Onlara mutlu bir yaşamı, hayallerini gerçekleştirecek ortam da sağlanamadı. Okul başarısı ve hayat başarısı arasında denge kurulamadı.
Çocuklarımız küçük yaşta hiç bitmeyecek sınavlı tek tip yaşamın içine itiliyor. Çocuk sorunlarına bakıldığında en büyük etken yoksulluk, dört çocuktan biri yoksul beş çocuktan biri çalışmaktadır. Çocuğun hayata karşı olumsuzluğunda ailenin etkisi bulunmaktadır.
Diğer bir sorun ise, Doğu’da doğumların 54’ü evde gerçekleşmesi. Son 5 yılda çocuk suçlarında artış göze çarpmakta, Türkiye, üstün yetenekli çocuklarını eğitemeyen bir ülke durumunda. 6-13 yaş grubu okullaşma oranı kızlarda daha az, kızların okullaşma oranı her alanda erkek öğrencilerin gerisinde. Töre namus olaylarında kız çocuklarının yaşama hakkı yeteri kadar sağlanamadı. 0 – 18 yaş sağlık güvencesi sağlanmayarak, çocukların beslenme bozukluğunun neden olduğu hastalıklarda yaygın. Korunmaya muhtaç çocuk sayısı da artmaktadır.
Çocuklar bizim geleceğimiz idi ama ne yazık ki kötü emellere alet ediliyorlar. Yakın zaman içersindeki olaylara baktığımızda Cumhuriyet gazetesine Molotof kokteyli atan üç saldırgandan birisi 13 yaşında bir çocuktu. İlk ifadesinde “İnternet kafe de oyun oynuyordum” demişti. “Birileri geldi, gidiyoruz diyordu.”
Yine Hrant Dink’i de bir çocuğa vurdurmuşlardı. Rahip Santoro’yu da öldürende çocuktu.
Egemen anlayış çocukların gerçeklik algılarını ve değer yargılarını medya, eğitim sistemi ve din gibi aygıtlarla yeniden şekillendirir. Hiçbir çocuk, değişimden, kendisinden farklı olandan öldüresiye nefret edemez. Onları yönlendiren dürtü, güçlüden yana olmanın, topluca bir şeyden nefret etmenin ya da topluca bir şeyi sevmenin dayanılmaz çekiciliğidir.
Bebek ve 5 yaş altı ölümleri hâlâ yüksekken ve işsizlik her geçen gün artarken Başbakanımız da “üç çocuk yapın diye çağrıda bulunuyor”. Yapalım ya sonrası?
Çocuklarımızın geleceğini garanti almadan onları bu dünya ya nasıl gönül rahatlıyla getirebiliriz ki. Her gelen çocuk borçla doğuyor. Yarınlarımız ipotek altında. Ne yazık ki bağımsız çocuklar dünyaya getiremiyoruz. Her yapılan yolsuzluk ve çevre tahribatı çocuklarımızın geleceğinden çalınmıştır.