“Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?”
Orhan Veli KANIK
İlkin dokunuşla başlıyor yaşam, tıpkı bir bebeğinki gibi…
Dokunma, beş duyumuzdan biri olup, insanın sahip olduğu güçlü bir sihir ve samimiyetimizi anlatmanın en etkin yoludur. Gözler kapalıyken beden dokunarak görür. Birine dokunduğumuzda, onun sırtını sıvazladığımızda, ona ilgimizi göstermiş oluyoruz. Bir öğretmenin öğrencisinin ödevine bakarken başına dokunması ve sırtını sıvazlaması onun cesaretlenmesini sağlar, girişkenlik kazandırır.
Kimi zaman hafifçe değme şeklinde olan dokunma bile sevgiyi çok güzel ifade eder. İnsanın yüreğine ılık ılık meltemler akmasını, bahar sellerinin coşmasını sağlar.
Gördüğümüzün gerçek; taşın sert, pamuğun yumuşak olduğunu onun sayesinde anlarız. Dokunmak, sazın telinde türkü, ressamın fırçasındaki resim, piyanonun tuşlarında klasik müzik olabilmekte; bilgisayar tuşlarında ya da TV kumandasında ise tüm dünya ile iletişim kurabilmektir. El sıkışta yeni insanlarla tanışmaktır. Unutmamalı, her insan ayrı bir dünyadır. Gözleri görmeyenler için hazırlanmış Braille alfabesinde dokunmak, kitaplar dünyasına dalmaktır.
Çevremizde yaşayan canlılara da sevgimizi göstermek dokunmadan geçer.
Dokunmaya sarılmak olarak baktığımızda ise, Uzun süre görmediğiniz annenize sarılmak, bir annenin yanağını çocuğunun yanağına değdirme de bir dokunmadır. Öpmekse sevdiğimize dudaklarımızın dokunmasıdır.
Yanlış anlamaya sebebiyet verme durumu da bulunmaktadır:
Bazı toplumlarda bazı masum davranışlar yanlış olarak algılanabilmektedir. Örneğin İngiltere’de iki erkeğin el ele yürümesi eşcinselliği ifade eder. Toplumumuzda ise erkeğin kadına toplum içinde dokunması olumsuz bir davranış olarak algılanabilmekte; bu da kimi zaman ters reaksiyonlara sebep olabilmektedir.
Duygulandırır ve Etkiler…
‘’Bu söz bana çok dokundu.’’ ifadesinde anlatıldığı gibi, bazen sözler ve görüntüler duygularımızı harekete geçirir. Yolda araba çarpmış bir kedi görüntüsü duygularımıza dokunarak ağlamamıza neden olur.
“Bir dokun bin ah işit” dertli bir insanı ifade etmektedir. “Ucu dokunmak” yapılan bir işten zarar görmedir.
Haftalık yayınlanan mizah dergisi LEMAN’ da 1990’lı yıllarda bir köşe vardı ve “arkadaşıma dokunma” derdi. Burada ima edilen düşüncelerini özgürce ifade edenlere zarar verilmemesidir. Dokunmanın kuvvetli ve şiddetli olanına vurmak denirse, yumruk atmak ta bir çeşit dokunmadır. Dolayısıyla mizah ta olaylara bir çeşit dokunmadır. “Mizah demir yumruktur kimi vuracağı belli olmaz” sözü “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filminde sadrazam rolündeki Güven Kıraç tarafından dile getirilmişti.
Dokunmanın bir çeşidi de dürtmedir. Çeşitli vaatlerle uyutulan insanları uyandırmakta kullanılır.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’’ deyimimiz de yok mu?
Hiçbir işe karışmamak, kendi iş ve menfaati dışında tepki göstermemek söz konusudur. Burada da mutlu azınlığın rahatsız edilmemesi sağlanmaktadır. Oysa yapılması gereken yüzleşmedir. Uğur Mumcu’nun dediği gibi “Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma yapılır”…
Bir sözümüz daha var; “Suya Sabuna Dokunmak”. Suya sabuna dokunmadığımız da kirlenmeye başlarız. Bu da rahatsızlığa sebep oluyor. Suya sabuna dokunmadan nasıl temiz olunabilir ki, değil mi? Diğer bir yönden baktığımızda, kendi işi gücüyle uğraşan insanların yaşamlarını sürdürmeleri, güçlü ve yöneticilerin işlerine karışmamaları dile gelmektedir veya güç sahiplerinin yaptıkları ile söylediklerinin eleştirilmemesi ve asla onlardan yakınılmaması istenmektedir. Böylece büyük kalabalıkların ya da sessiz yığınların kaderlerine razı olmaları beklenir. Böylece, yöneticiler de hiçbir engele takılmadan istediklerini yapma olanağına sahip oluyorlar…
Dokunmanın bir de “dokunulmazlık” tarafı var; Bir gurup tarafından kullanılan ayrıcalıklı olma durumu yani. Halkın dokunulmazlığı yok, vekilin neden oluyor ki? Eğer halk hesap veriyorsa onlar da verebilmeli.
Dokunulmazlık uygulaması 1876 yılında Kanuni Esasi’nin milletvekillerine tanıdığı ayrıcalıktan geliyor. Yıllar geçmiş ama uygulama değişmemiş milletin vekillerinin dokunulmazlığı devam etmiştir.
Unutulmamalıdır ki “yaşama dokunmak” ömür boyu devam eder ve insana sunulan en değerli armağandır.