Derler ki ormanların birinde çakallar toplanmış: "Yahu!" demişler, açlıktan ağzımız kokuyor; nasıl etsek de gidersek bu açlığımızı? Maymunlara saldırsak, ağaçlara tırmanıyorlar; fillere saldırsak, canımız yanıyor, ceylanlar nefesimizi kesiyor, yetişemiyoruz peşlerinden; kuşlar uçuyor, balıklar dersen olacak iş değil… Ne yapsak da kurtulsak bu açlıktan? Çakallardan biri; "en iyisi, öküzlere saldıralım; iri yarılar, etleri butları da yerinde; üstelik ne pençeleri var ne de kanatları; suya da dalamazlar... Yani tam dişimize göre!”
“Olur mu?...”
“Olmaması için hiçbir sebep yok!”
“O halde?...”
“Hücum!”
Ancak, evdeki hesap çarşıya uymamış. Öküzler, çakalların hücuma kalkıştıklarını görünce anında organize olmuş ve toplu savunmaya geçmişler. Çakalların akıl edemedikleri boynuz ve tekmeleriyle saldırıyı püskürtmüşler.
Çakallar, sonuca ulaşamayınca yine toplanıp bir araya gelmişler ve kara kara düşünmeye başlamışlar. Çakallardan akil olanı:
"Tilkiye danışalım" demiş. Öyle ya ormanın en akıllısı tilki, bir yol gösterir elbette. Bu görüş ağırlık kazanınca da arayıp bulmuşlar tilkiyi…
Tilki, şartlı yaklaşmış çakalların teklifine:
“Beni; öküzlerin yaşadığı zengin otlakların tek hâkimi yaparsanız aşınızı ayağınıza getiririm", demiş . Çakallar, balıklama atlamışlar bu teklifin üzerine.
Tilki, hemen bir plan yapmış; planını uygulamak için de beyaz bayrak bağladığı sırığı almış eline varmış öküzlerin otlağına.
“Saygıdeğer öküz kardeşlerim!”,demiş, “Aslında çakallar sizleri çok seviyorlar. Sizinle barış yapmak, iyi geçinmek hatta dost olmak istiyorlar. Ancak, aranızdaki şu sarı öküz yok mu sarı öküz. İşte çakalların bütün öfkesi bu sarı öküze... Tüylerinden midir nedir onu görünce sinir oluyorlar, saldırmaları da bundan. Verin şu sarı öküzü, kurtulun çakalların saldırısından. Sonra da yaşayın gidin huzur içerisinde.”
Öküzlerin ileri gelenleri hemen bir öküz heyeti oluşturmuş ve başlamışlar tilkinin önerisini enine boyuna tartışmaya. Sonunda sarı öküzü çakallara vermeyi kararlaştırmışlar.
Çakallar, bu zahmetsiz ödüle bir sevinmişler bir sevinmişler ki sormayın. Hemen sarı öküzü parçalayıp indirmişler açlıktan guruldayan midelerine.
Aradan birkaç gün geçmiş; tilki yine gelmiş öküzlerin otlağına. Bu sefer beyaz bayrak yokmuş elinde; “Bakın!”, demiş öküzlere; “gördünüz, çakallar ne barışseverler değil mi?” Artık saldırmıyorlar. Siz de mutlu yaşayıp gidiyorsunuz.” Sonra çayırlıkta kendi halinde otlayan benekli öküzü göstermiş; “Benden söylemesi şu benekli öküz yok mu benekli; o aranızda olduğu sürece sizde rahat huzur olmayacak. Çakalların da canları çekiyor! Ben elçiyim, elçiye zeval olmaz. Hani diyorum otlağın selameti, barışın devamlılığı için verseniz şu benekliyi çakallara.
Öküzler çaresiz; işin ucunda barış var, otlağın selameti var.
“Peki”, demişler.
Aradan üç dört gün geçmiş geçmemiş tilki yine gelmiş. “Şu kuyruğu kınalıyı” birkaç gün sonra boynuzu hilal olanı, tombulu, kuyruğu kısayı… Tabii öküzlerin sayıları azaldığı oranda da çakallar hem semirmiş hem de küstahlaşmışlar.
Derken bir gün çakallar, çıkarmışlar tilkiyi devreden. Bizzat kendileri gelmiş;
“Bundan böyle hanginizi canımız çekerse onu yiyeceğiz”, demişler.
Otlağın sağında solunda; tek tük kalan öküzlerin korkusu dağları tutmuş. Korkunun ecele faydası olmaz ya! Yine de kalan öküzler toplanıp bir araya gelmişler. Bu sefer de öküzler yana yakıla bulundukları duruma çare arar olmuşlar. Öküzlerden biri:
“Ah, ah!” demiş, “Bir zamanlar ne kadar güçlüydük, çakallarla baş edebiliyorduk; artık ne gücümüz ne de savaşacak birlikteliğimiz kaldı.”
Öküz heyetinin de saygın üyesi olan yaşlı bir öküz; “ah çekmek, hayıflanmak için çok geç! Biz, en büyük öküzlüğü sarı öküzü vermekle yaptık”, demiş.
Ya işte böyle; öküzler, öküzlüklerinin cezasını hem otlaklıklarını hem de canlarını kaybederek ödemişler.
Şimdi bana bilinen bu masalı niçin anlattın diyenleriniz olacak. Sahi niye anlattım?