Dert bini aşınca;“inceldiği yerden kopsun” demek geliyor insanın içinden. Şöyle dönüp bakıyorum da yaşananlara. Bir hay huy, bir hengâme… Eyvah ki eyvah! Ne getirdik dünden ne götürüyoruz yarına, yarınlara? Düşünmek akla ziyan; en iyisi düşünmemek daha da iyisi doldurmak dertleri bir siyah çuvala. Sonra da bağlamak ağzını sıkı sıkıya…
Şimdi suçlayacaksınız beni gerçeklerle yüzleşmekten kaçıyor diye. Gerçek mi? İyi de neye göre, kime göre gerçek… Gerçek, şimdilerde değişiyor insandan insana! Çıkara göre gerçek, çıkına, mevkie, makama göre gerçek… Olayları ve durumları değerlendiren, sorduran, sorgulatan, sebep/sonuç ilişkisi kuran, sonuçta insanı insana köle olmaktan kurtaran Allah’ın insanoğluna verdiği bu büyük nimet akıl değil mi? İnsanı eşref-i mahlûkat mertebesine yükselten bu büyük nimeti biz insanların doğru ve yerinde kullandığını söyleyebilir miyiz? Aklını kiraya verenlerin çokluğu korkutmuyor mu bizleri? Aklı hür, vicdanı, hür, irfanı hür olmazsa insanın doğruları bulması ve doğrularda yürümesi mümkün mü? Karamsar bakmayayım diyorum olanlara ve olaylara; ama elde değil. Ancak bugün dudaklara bir tebessüm içirmekte kararlıyım. Tebessüm dedim de aklıma Neyzen düştü. Ne demişti üstat: “Kimi dertten içermiş, kimi neşeden; ben şişeden içiyorum.” Biliyorsunuz Neyzen ile şişe ayrılmaz ikiz. Bir olmuşlar ömür boyu diyeceğim; ama diyemiyorum zira bu kural sadece Neyzen için geçerli. İkizlerden biri olan şişe, hala kendisine yeni kurbanlar arama ile meşgul. Bak yine yoruma başladın diyeceksiniz. Tamam, tamam! Sadece Neyzen’i anlatacağım.
Neyzen Tevfik’in de hazır bulunduğu bir konferansta Yeşilaycı bir profesör, ‘içkinin zararları’ konulu bir konferans veriyormuş. Konuşmasının bir yerinde dinleyicilere sormuş: “İki kovadan birine rakı diğerine su doldurup bunları bir eşeğin önüne koysak, eşek hangisinden içer acaba?” Dinleyiciler hep bir ağızdan:“Suyu” demişler. Profesör taşı gediğine koymak için; “peki, neden suyu içer?” Neyzen Tevfik hemen atılmış oturduğu yerden: "Neden olacak eşekliğinden!”
İkinci Meşrutiyet dönemi… Nazırlığa(bakanlık) getirilen bir zat, çok geçmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlamış. Nazırla karşılaştıklarında, Neyzen:”Maşallah, kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.”, demiş. Bu benzetmeye hayli bozulan Nazır: “Genç yasta vali oldu, neden fasulyeye benzesin?” Neyzen’de cevap hazır: “İşte ben de onun için benzetiyorum ya. Fasulye de sırığa sarılarak yükselir.”
Neyzen Tevfik, bir gece meyhaneden cıkmış evine giderken dar bir sokakta hiç sevmediği bir başka sarhoşla karşılaşmış. Sokak dar, birinin mutlaka yol vermesi lazım. Neyzen inat, adam, Neyzen’den de inat. Neyzen adama: “çekil yolumdan”, demiş. Adam, hiddetle; “ben senin gibi ciğeri beş para etmez herife yol vermem!”, deyince Neyzen hemen çekilerek, yolu açmış, adama: “Buyur! Ben yol veririm.”, demiş.
Bir gün Neyzen, iki gözü görmeyen bir tanıdığına rastlamış. Tanıdık kişi Neyzen’e: “Memleketin durumu nasıl görüyorsun, Tevfikçiğim?”, diye sormuş. Neyzen Tevfik, “karanlık” diyecekken vazgeçmiş. “Sizin gördüğünüz gibi”,deyivermiş.
Merak bu ya arkadaşları bir gün Neyzen’e sormuşlar: “Üstat, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?” Dönem, Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemdir. Neyzen:"Maliye Vekili değilim ki, çalarken zevk alayım",demiş.
Biliyorsunuz Neyzen Tevfik aynı zamanda şairdir. Gerçi onu şair olarak kabul etmeyenler de vardır ya her neyse ben bugünkü yazımı onun bir şiiri ile noktalayayım:
“Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir paye, kavuk sallamayınca,
Kürsi-i liyakat p.zevenk, p.şt olanındır!