Doğumunun 95. Yılında saygı, özlem ve şükranla andığımız, eserleri 170 dile çevrilen, Shakespeare ve Tolstoy’dan sonra dünyada en çok okunan büyük Türk yazarı Cengiz Aytmatov, Mankurt ve Mankurtlaşma sözünün telâffuzu ve anlamı dünya edebiyatına kazandıran kişidir. Aytmatov’un, “Gün Olur Asra Bedel” romanında yer verdiği bu söz bir Kırgız efsanesinde geçmektedir. Yazar, mankurtlaşmayı ölüme dahî rahmet okutan bir son olarak tanımlar. Peki, nedir mankurtlaşma?
Efsaneye göre Kırgızların komşusu ve can düşmanı olan Juan-Juanlar [tarihte bizim Cücenler (Avarlar) olarak tanıdığımız kavim] son derece gaddar ve acımasızdır. Cücenler, her fırsatta komşu kabilelere, oymaklara baskınlar düzenlemekte bu saldırı ve baskınlarla ortalığı cehenneme çevirip; yakıp yıkmakta, yağmalamaktadırlar. Cücenler, bütün bunlarla da yetinmeyip alıp götürdükleri genç tutsakları mankurtlaştırarak ölünceye kadar kendilerine köle yapmaktadırlar.
Cücenler’in geliştirdikleri ve genç tutsaklar üzerinde uyguladıkları özel bir metot vardır. Esir gençlerin önce kafa derileri yüzülür; yeni kesilmiş deve derisinden bir parça alınarak esir gençlerin kazınan başlarına dikilir.
Gençler, başlarını yere sürtmesinler diye de boyunları bir ağaç kütüğü ile sağlamlaştırılır. Elleri bağlı, aç-susuz kızgın güneşin altında bırakılan gençlerin başlarına geçirilen taze deve derisi, güneş altında kuruyup çekildikçe dayanılmaz bir acı verir. Alttan gelen saç kılları, kalın deve derisinden geçemeyerek geri döndüğünde esir gençler için derilerinin yüzülmesinden daha büyük yeni bir işkence başlar. Gençlerden çoğu bu işkenceye ve acıya dayanamayarak ölürler. Ancak; bütün işkence ve acılar karşısında şuurunu kaybetmenin dışında hayatta kalabilenler de vardır. Hayatta kalabilen kişi artık bir “Mankurt”tur. Kim olduğunu, kimliğini, soyunu, anasını, babasını, çocukluğunu ve kedi kültürünü bilmeyen gencin; efendisine bağlılığından ve onun emirlerini yerine getirmekten başka hiçbir gayesi yoktur.
İşte, “Nayman Ana Efsanesi”nde geçmişini unutan, ailesini, mensup olduğu milleti ve kendi değerlerini bilmeyen, bedeniyle efendisinin buyruğu altına girmiş, efendisine hizmetin ötesinde yaşama gayesi olmayan Yolaman adlı bir gencin ve annesinin dramı anlatılmaktadır.
Cücenler, Nayman Ana’nın yetişkin oğlu Yolaman’ı tutsak edip götürmüşler ve mankurtlaştırmışlardır... Oğlunun yaşadığını öğrenen Nayman Ana, onu bulup geri getirmeye kararlıdır. Nayman Ana, cins devesi Akmar’a binerek bozkırda günlerce evlâdını arar. Nihayet onu bulur. Yolaman, efendisinin develerini gütmektedir. Efendisinin getirdiği azıkla beslenen oğlunu gören Nayman Ana’nın içi parçalanır. Oğlunu yalnız yakalama fırsatı bulan Nayman Ana, onu bağrına basar. Ona; adını, kendisini, babasını, boyunu, soyunu anlatmaya çalışır: “Adını hatırla oğlum. Mankurt değilsin sen, Yolaman’sın. Babanın adı Dönenbay, babanı hatırla. Beni hatırla ben senin annenim…” der. Oğul, boş gözlerle bakar Nayman Ana’ya. Hiçbir şey hatırlamaz. Hiçbir tepkide bulunmaz. Nayman Ana, karnında taşıdığı, canından bir parça olarak doğurduğu, emzirdiği, büyüttüğü, nice acı ve sevinçlerinin meyvesi olan biricik oğlunun böyle bir saman çuvalı gibi hissiz oluşu ve hareketsizliği karşısında kahrolur. Çaresizdir. Çocukluğundaki gibi ninniler söylemeye başlar oğluna. Mankurt oğul, etkilenir bu ninnilerden. Nayman Ana ümitlenir, heyecanlanır. Bu durum birkaç gün devam eder. Ancak, Nayman Ana bir gün, oğlunun efendisine yakalanır. Efendi, kesin emir verir kölesine: “Karşısına çıkacak yabancı kim olursa olsun onu öldür!”
Nayman Ana’nın son gördüğü oğlunun kendisine doğru yönelttiği yay ve ok olur. Köle, efendisinin buyruğunu yerine getirmekte bir an bile tereddüt etmeden oku, annesinin kalbine saplar.
Efsaneye göre; zavallı Nayman Ana’nın rûhu bir kuş olur ve sürekli olarak Cücenlerin mankurtlaştırdığı biricik oğlunun başının üstünde durmadan döner. Dönerken de devamlı olarak: «Senin atan Dönenbay! Senin atan Dönenbay! Dönenbay…» diye tekrarlar durur. Bundan dolayı da havada çember çizerek dönen bu kuşa, «Dönenbay» adı verilir.
Tarihine küsen, geçmişini unutan, ailesine, mensup olduğu milletine ve öz değerlerine yabancılaşan; onları inkâr eden, bedeniyle ve rûhuyla buyruğu altına girdiği efendisine yaranmanın ötesinde yaşama gayesi olmayan ve olamayacak insanları ve o insanların mensup oldukları milletleri uyarmak için kaleme alınan bu efsaneden alınacak o kadar çok ders var ki…
Hadi ÖNAL/ELAZIĞ