Sınıfımız o meşhur 'çınaraltına' enyakın yerdeydi.Tek katlıydı.Sanıyorum bizden önceKöy Enstitülü abilerimizin yaptığı,sadece tek sınıflık bir yapı.Cevresi çam ağaçlarıyla kap
lıydı.İlk yılımızı bu sınıfta okuduk.
Okuldan dağıtılan,tabanı iki santimetreye
yakın kalın kösele "Beykoz"ayakkabılarımız var.
Hasan,Musa,İsmail,Recep,Davut sınıfın en küçükleriyiz.Ogün kaç kişiydik bilmiyorum.
Ders aralarında çamdan düşen kozalaklarla futbol maçı yapıyoruz
Beykoz kundura ile çam kozalağı da çok güzel vuruluyor.
Köyde oynadığımız çaput toptan daha iyi.
Maç heyecanı olsa gerek,zil sesini duymamışız.Matematik öğretmenimizMehmet
Kerrahlı tepemizde.
— Gelin bakayım,isimlerinizi söyleyin dedi.
Elindeki kağıda adlarımızı yazarken de:
" Öğretmenim zili duymamışız",diyecek olduk
sa da
—Dersten kaçtınız demek,haa ..hadi bakalım,
görürsünüz der gibi yaptı gitti. Okuldan mı atacak ki. Müdür yardımcısı ya
Eyvah ne yapacağız.Okula geleli daha birkaç ay
olmuş.Atılırsak nasıl gideriz köyümüze.
Sessizce girdiğimiz sınıfta günüm çok sıkıntılı geçti.
Ne yapabilirdik ki.Hem ders kaçağı,hem de
kozalakla oynamak her halde büyük suçtu.
O gün zar zor geçti
Sonraki gün M.Kerrahlı matematik dersimize geldi .Ders sonunda;
" Bu defa afedelim,Bir daha zil çalınca dışarda kimseyi görmeyeyim ha tamam mı" dedi.
Ohh be kurtulduk,deyip rahatladım.
Sonraları yolda, nerde bir çam kozalağı görsem,aklıma geliyor. İçimden geçiyor,tam vuracakken üstünden atlayıp geçiyordum.
Şimdi bir çoğunuz gülüp geçiyorsunuz herhalde.
Tabi çam kozalağını top yapıp oynamayanlar , tadını ne bilecek.