Sevr Antlaşması ile Osmanlı, başta Büyük Britanya (İngiltere) olmak üzere, Fransa ve İtalya’nın fiili işgaline uğramış, Yunan Ordusu da “taşeron firma” olarak İzmit ve İzmir’i işgal etmişti.
Mustafa Kemal ve O’na inanan arkadaşları, Anadolu’ya geçerek, “Amasya Tamimi”, “Sivas ve Erzurum Kongreleri” ve Ankara’da kurulan “Millet Meclisi” ile Anadolu halkının onayladığı “Meşru” bir zeminde “Ulusal Kurtuluş Mücadelesini” başlattılar.
Ve sonunda başararak, uluslararası alanda da meşruiyetlerini kabul ettirerek, Lozan Antlaşması sonrası Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular.
Cumhuriyet’in ilk 15 yılı, Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde başarılarla yaşandı.
Bir yıl sonra başlayan 2. Dünya Savaşı’na katılmayan Türkiye, 1945 yılında ABD’nin, savaş sonunda Japonya’da patlattığı iki atom bombasının dehşet ve korkusunu diğer ülkeler gibi yaşadı!
1950 sonrası ise, “İkili Antlaşmalar” ile ABD’nin ekonomik ve siyasal egemenliğine girdi ülkemiz!
Eğitimden- Ulaşıma, tarım ve sanayiye kadar her alanda ABD’nin güdümünde bir dönem yaşandı. (Merak edenler, Haydar Tunçkanat’ın “İkili Anlaşmalar” kitabını okumalıdır)
Özellikle, “24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Önlemleri” paketi ve 12 Eylül 1980 Askeri darbesi sonrası, Türkiye, “Ulusal varlıkları” hızla yok edilen, ÜRETİME değil, İTHALATA yönelik bir ekonomi-politik düzenin içine itildi!
Ulusal varlıkların yok pahasına ve hızla yok edildiği son dönemden sonra bugün, 500 milyar dolar dış borcu olan ve sürekli olarak iç ve dış borçlanmaya mecbur kalan bir ülke haline geldik.
Giderek artan “bütçe açıkları” üzerine, siyasal iktidar “kamu arazilerini satarak”, parası olan her yabancıya “Vatandaşlık” vererek ekonomiyi düzelteceğini sanıyor!
Tıpkı, atalarının kazandıklarını pervasızca yok eden kötü mirasyediler gibi!
Üretim yoksa, üreten mutsuzsa ekonomi düzelebilir mi?
İşsizlik, yoksulluk hızla artıyor!
Ulusal paramızın değeri hızla düşüyor.
“Varlık Fonu” adı altında toplanan kamu kurumlarının zararları sürekli artıyor! Ana bu kurumları zarar ettiren beceriksiz ve işin ehli olmayan yöneticiler çok yüksek maaşlar ve hakkı huzurlarla keyif içinde yaşayabiliyorlar!
“Kamuda lüks ve israf” inanılmaz şekilde artıyor!
Bu borç koşullarında Saray üstüne saraylar yapılıyor!
Dünyayı şaşırtacak ölçüde kamu görevlileri lüks otomobiller kullanıyor!
Devlet’e ait onca bina varken, birçok kamu kuruluşu pahalı kiralık binalarda faaliyet sürdürüyor!?
Vilayet ve belediye binaları adeta birer SARAY gibi ihtişamlı hale geliyor!
Kimi valiler, belediye Kayyumları, belediye başkanları lüks ofisler içinde yaşamak adına, bu yoksullukta lüks ve israf içindeler!
Örnek; bir belediye başkanı hem de 6 kişinin aynı anda keyif sürebileceği JAKUZİLİ HAVUZ yaptırabiliyor!
Üniversite yöneticileri “Bilimsel araştırma” yerine lüks ofisler ya da görkemli üniversite kapıları yaptırmak için kaynakları harcıyor!
Üniversite yöneticilerinin çoğu, “Bilimsel araştırma” yoksunu!
Halkın MECLİSİ “Halk adına denetim” görevini yapamıyor!
Milletin vekilleri bilgi edinemiyor, denetim yapamıyor!
Araştırma önergeleri “parmak çoğunluğu” ile reddediliyor!
Ve, bu ülkede yoksulluk sürekli artarken, toplumsal mutsuzluk da hızla artıyor!
Osmanlı’dan günümüze “Saray Kültürü” ve ülkeye yansıyan olumsuzlukları ne kadar birbirine benziyor!
Farkında mısınız?
Artık, gerçek anlamıyla “UYANMANIN ZAMANI” değil mi?