Bazen her şeyden kaçmak isteriz. Telefonları kapatıp dünyayla bağımızı kesmek, bilmediğimiz bir şehre gitmek, yeni bir hayata başlamak… Bizi yoran insanları, geçmişin ağırlığını, zihnimizde dönüp duran düşünceleri geride bırakmak isteriz. Ama asıl mesele şudur: İnsan, kendinden kaçabilir mi?
Bir gün, genç bir adam bir psikoloğun kapısını çalar. Yorgun, uykusuz, bitkin… Oturur, derin bir nefes alır ve anlatmaya başlar:
“Hocam, çok yoruldum. Ne yapsam olmuyor. Şehri değiştirdim, telefon numaramı bile yeniledim, sosyal medyayı sildim, yeni insanlarla tanıştım… Ama içimdeki huzursuzluk peşimi bırakmıyor. Nereye gitsem, ne yapsam yanımda geliyor. Ben kendimden nasıl kaçabilirim?”
Psikolog hafifçe gülümser ve der ki:
“Hiç kendi gölgende koşmayı denedin mi?”
Genç adam afallar. Ne demek istediğini anlamaz. Psikolog devam eder:
“Güneş nereye vurursa vursun, gölgen hep seninle değil mi? Sen koştukça o da peşinden geliyor. İşte içindeki huzursuzluk da böyle. Sen kaçtıkça, o da seninle gelir. Çünkü mesele gittiğin yer değil, içinde taşıdığın şeylerdir.”
Genç adam başını öne eğer. Çünkü anlar ki kaçış bir çözüm değildir. Asıl mesele, içindeki yüklerle yüzleşmektir.
Tıpkı Yunus Emre’nin dediği gibi: “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.” İnsan, önce kendi içini anlamadıkça, hiçbir yolculuk huzuru getirmez.
Karacaoğlan, diyar diyar gezdi ama gittiği her yerde içindeki özlemi de yanında taşıdı. Hacı Bektaş Veli, “Ara, bul. Ama en önce kendinde ara.” derken, en büyük yolculuğun insanın kendi içine yaptığı yolculuk olduğunu anlatıyordu.
Günümüzde de durum farklı değil. Ne kadar uzaklara gidersek gidelim, ne kadar yeni başlangıçlar yaparsak yapalım, içimizdeki huzursuzluğu çözmeden mutlu olamayız. Çünkü insan, kendi gölgesinden kaçamaz.