Hayat, bazen en acı anlarda en büyük hakikatleri fısıldar. Enkazın toz bulutları arasında beliren minicik eller, kaybolduğunu sandığımız insanlığı avuçlarının içinde saklar. Kimi zaman bir kuşu koruyan bir avuç, kimi zaman bir kediyi kurtarmak isteyen bir ses… Çocuklar, en karanlık anlarda bile umudun en saf haliyle parlayan aynalarıdır. Ve biz, onların gözlerinde aslında kaybettiğimiz kendimizi görürüz.
55. Saat: Bir Avuçta Saklı İnsanlık
Enkazın soğuk, karanlık koridorlarında küçücük bir beden… Gözleri korkuyla ıslak ama yüreği sarsılmaz. Küçük avucunu sımsıkı kapamış, içinde bir can taşıyor: Bir muhabbet kuşu. Üşümüş, aç, susuz… Ama en kıymetlisine, o minicik dosta sımsıkı sarılmış. Dudaklarından dökülen fısıltı yürekleri sarsıyor:
“Hayatta… Ona bir şey olmadı.”
O çocuk, bizlere çoktan unuttuğumuz bir hakikati hatırlatıyor: Sevgi, en zor anlarda bile bir sığınaktır.
88. Saat: Adaletin En Saf Hali
Toz bulutlarının arasından yükselen titrek bir ses:
“Önce kedimi kurtarın.”
Bir çocuk, çökmüş duvarlar arasından adaletin ne olduğunu öğretiyor. Acaba her canlının eşit olduğunu anlamak için enkaza mı gömülmeliydik? O minik ses, vicdanlarımızı sarsıyor:
“Yaşam, yalnızca biz değiliz!”
90. Saat: Bilgelik, Beş Yaşında Konuşur
Bir bardak su uzatılıyor. Beş yaşında bir çocuk, dudakları kupkuru… Ama suyu almıyor.
“Henüz muayene olmadım.”
O, tıbbın kutsal sırasını korurken biz, hayatımız boyunca kuralları esnetmeye çalışan "büyükler" olarak susuyoruz. Bir çocuğun dudaklarından dökülen bu cümle, milletine bilimin disiplinini hatırlatıyor.
78. Saat: Merhametin En Somut Hali
Enkazın derinliklerinden yankılanan bir çığlık:
“Çıkamam… Çıkarsam babam sıkışır.”
Kendi nefesini hiçe sayıp başkasının nefesini korumak… İşte gerçek fedakârlık, işte gerçek insanlık. O çocuk, insanlığın yitik dilini konuşuyor:
“Sevmek, önce sen demektir.”
61. Saat: Vicdanın En Saf Hali
Gözyaşları içinde, titrek bir ses:
“Annemin sesi kesildi. Önce ona bakın.”
Kendi korkusunu bir kenara bırakıp sevdiklerini önceleyen bir çocuk… Belki de insan olmanın ilk şartı budur: “Ben”i değil, “o”nu duymak…
Biz Büyüdükçe Küçülenler…
Nasıl oldu da yüreklerimiz, bu çocukların yanında bir taş gibi ağırlaştı? Onlar enkazın altında sevgiyi, merhameti, adaleti yaşatırken biz, beton binaların içinde küçüldük. Belki de gerçek büyümek, o çocukların aynasında kendimizi yeniden görmekle başlar.
Son Söz:
Çocuklar, hayatın küçük bilgeleridir; bizlerse sınıfta kalmış talebeler… Onların avuçlarındaki kuş, gözlerindeki ışık, sözlerindeki bilgelik; insanlığa bir çağrıdır:
“Enkaz altında bile olsan, yüreğini karartma.”
Çünkü umut, en karanlık anlarda filizlenir.
Yeter ki biz, o çocukların sesini duyacak cesareti bulalım…
Mutafa ŞİMŞEK