Dağların eteklerinde, kadim bir çınarın gölgesinde yaşayan bir bilge vardı. Konuşmazdı. Köylüler ona “Dilsiz Dede” derdi. Ama bakışları, kıvrım kıvrım hayat dersleri taşırdı.
Ahmet, köyün en meraklı çocuğuydu. Bir gün, bilgenin yanına oturup sordu:
“Dede, insanların kalbini nasıl duyarım?”
Bilge, toprağa bir çizgi çekti ve fısıldadı:
Çok Konuşanın Yanında Sağır Ol
"Bir bahar günü," dedi bilge, eliyle rüzgârı işaret ederek, "şehirden bir gezgin geldi. Hikâyeleri dilden dile dolaşıyordu. Ama her sözü, bir diğerini eziyordu. Gözlerimi kapattım, kuşları dinledim. Çünkü çok konuşanlar, gerçeği değil, yankıyı satar. Onların yanında kulaklarını değil, yüreğini kapat. Sessizlik, bazen en keskin cevaptır."
Ertesi gün Ahmet, köy meydanında gezgini gördü. Adam, bir grupla alay ediyordu. Ahmet, bilgenin dediğini yaptı. O an fark etti: Adamın sözleri, içi boş bir fıçı gibi gürültüden ibaretti.
Kusur Arayanın Yanında Yok Ol
Bilge, bir taşı havaya fırlattı. Taş yere düştü, gölgesi bile kusursuzdu.
“Bir zamanlar herkeste leke arayan bir kadın vardı,” dedi. "Bir gün aynaya baktığında ağladı. Kusur arayan, aslında kendi kırığını arar. Böylelerinin yanında gölge ol, yokluğun varlığından değerli olur."
Ahmet, en yakın arkadaşı Hasan’ı kaybetti. Çünkü Hasan, herkesi eleştiriyordu. Ahmet, sessizce uzaklaştı. Bir ay sonra Hasan yalnız kaldığını anlayıp Ahmet’ten özür diledi. Bilgenin sözü dilinde yankılandı:
“Yok olmak, bazen en büyük ders.”
Cimrinin Sofrasında Tok Ol
Bilge, Ahmet’e kuru bir ekmek parçası uzattı.
"Bir kış gecesi," dedi, "cimri bir adam beni davet etti. Sofrasında bir dilim bayat ekmek ve çürük bir üzüm vardı. ‘Tokum,’ dedim. Çünkü cimrinin ekmeği, midede değil, ruhta ağırlık yapar. Açlık onurla taşınır, tokgözlülük erdemdir.”
Ahmet, kasabanın zengin tüccarının düğününe çağrıldı. Masalar donatılmıştı ama tüccar fakirlere tek kuruş vermiyordu. Ahmet, tabağa dokunmadı. O gece rüyasında bilgeyi gördü:
“Gerçek tokluk, midede değil, vicdandadır.”
Vefa Bilmeyene Yabancı Ol
Bilgenin gözleri daldı.
"Can yoldaşım sandığım biri, karda kışta kapımı çaldı. Açtım. Ama bir gün ben onun kapısını çaldığımda, ‘Tanımıyorum,’ dedi. O gün yüreğime bir kaya düştü. Sonra anladım: Vefasızlık, bir hançerdir. Sırtına saplanmadan sen yabancı ol.”
Yıllar sonra Ahmet, şehre gittiğinde çocukluk arkadaşı Mehmet’le karşılaştı. Mehmet, onu tanımazdan geldi. Ahmet bilgenin sözlerini mırıldandı:
"Yabancılık, bazen en acımasız ilaçtır."
Hayâsızın Yanında Uzak Ol
Bilge aniden ayağa kalktı. Elleri titriyordu.
"Bir yaz, köye hayâsız biri geldi. Kadınların çarşafıyla dalga geçiyordu. Onu izleyenler gülüyordu. Ben ise arkasından bir kürek toprak attım. Çünkü hayâsızlık, bulaşıcı bir hastalıktır. Uzak dur ki temiz kalasın."
Ahmet, kasabada bir grup gencin bir dilenciyle alay ettiğini gördü. Bilgenin öfkesi içinde yükseldi. Dilencinin elini tutup, “Buyur amca,” dedi. Gençler, utancın ağırlığıyla dağıldı.
Tevazu Bilmezse İnsan, Irak Ol
Bilge, su dolu avucunu yere döktü.
"Su, alçak yerleri sever. Kibirli bir bey, bir gün köye geldi. ‘Ben en yüceyim!’ diye haykırdı. Ona selam vermedim. Çünkü kibir, insanı yalnız bırakır. Sen alçakgönüllü ol; yücelik, sessizliğin koynunda saklıdır.”
Yıllar geçti. Ahmet, köyüne döndüğünde ona "Bilge Ahmet" dediler. O ise çınarın altına oturup çocuklara baktı. Bilgenin sözleri dilinden döküldü:
“Gerçek yücelik, kendini unutmaktır.”
Son Söz
Ömrünün son deminde Ahmet, çınarın gövdesine yaslandı. Rüzgâr, yapraklarına dokundukça bilgenin sesi kulaklarında yankılandı:
“Evlat, hayat; yakın durduklarınla değil, uzak durmayı bildiklerinle güzelleşir. Kimi insan seni yokluğunla terbiye eder. Dinlemesini bilene, sessizlik bir öğretmendir…”
Ve insan, bazen varlığıyla değil, mesafesiyle insan kalır…