Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunun 99 yılı tüm Türkiye de coşku ile kutlandı. Geçmiş birkaç yılda yapılan milli bayram kutlamalarına bakıldığında önemli bir fark göze çarpmaktadır ve 23 Nisan 1920 de kapılarının açıldığı Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışında olduğu kadar heyecanlı ve canlı gördüğüm çocuklarımız ve onların yarınlara hazırlanması için gerektiğinde kendi yaşam koşullarından fedakarlık yapan Anne ve Babaların kıpırdarcasına atan yürüklerinin sesini duyar gibiyim. Atatürk ilke ve İnkılaplarından ayrılmadan yapılan çoğu etkinlikler milli duygularımızın yeniden yeşermesinde etkili olmaktadır.
Ancak 23 Nisan 2019 günü bazı televizyon kanallarında yayınlanan ve kendisine mikrofon tutulan genç kızın o an söyledikleri kanımı dondurdu. Çünkü yurt dışına hatta bir atasözünde olduğu gibi “ilim Çin de olsa bile” ilmi almak için gidin demektedir. Ancak ülkeye yararlı olmak ülkenin medeni milletler seviyesine yükselmesi için mutlaka ülkenize geri dönmek ve bu uğurda çaba göstermek en doğrusu olacaktır. Ekilmeyen arazi çorak eğitilmeyen toplum kör kalmaya yok olmaya mahkumdur.
Genç Türkiye Cumhuriyeti galip çıktığı Kurtuluş Savaşı'nın ardından çağdaş bir ülke olabilmek adına yepyeni bir mücadelenin içindedir. Bu yeni savaşı kazanabilmek için, devletin çok kısıtlı imkanlarına rağmen, ülkenin her yanından sayısı 750 olarak tahmin edilen başarılı öğrenciler yurtdışında okumaya gönderilir. Bu gençler Atatürk'ün ''Sizleri bir kıvılcım olarak gönderiyorum, volkan olarak dönünüz!'' sözleriyle uğurlanır.
İkinci Dünya Savaşı'nın tüm Avrupa'yı kasıp kavurduğu yıllarda bombalar altında eğitim gören öğrenci gençler içlerindeki sonsuz vatan sevgisiyle öğrenimlerine devam eder. Döndüklerinde her biri Türk Cumhuriyeti tarihine bilimin, sanatın, sanayinin öncüleri olarak geçeceklerdir. İtalya'da tiyatro eğitimi gören genç Merve, hayatına ve mesleğine Türkiye'de ya da İtalya'da devam etmek konusunda kararsızdır. Ve tam seçim yapması gerektiği anda Merve'nin hayatı Atatürk'ün öğrencileriyle kesişir. 'Kıvılcımdan Volkana' Türkiye'nin temellerini atan bir neslin öyküsüdür... bu öyle bir öyküdür ki yarının Türkiye’sini de bu günden gelişmiş bir cumhuriyetin mimarlarının olacağına inanıyorum. Ben bu ülkenin gençlerinin hala aynı heyecan ve duyguları taşıdığına inanıyorum
Elbette ülkenin zorluklarından dolayı sıkıntı içinde yaşayanların arasında üniversite eğitimine hazırlanan genç beyinlerimiz bulunmaktadır. Bir yandan hayata hazırlanırken bir yandan imkanların kendisine tanıdığı eğitimi Avrupa da kendisine kariyer ve referans olacak üniversitelerde okuma hayali süslemektedir. Ancak eğitimleri biten gençlerimizin “ Bir kıvılcım olarak gittikleri uzak diyarlardan ateş topu olarak” ülkelerine dönmeleri en büyük idealleri olmalıdır. Ben bir gazeteciyim bu güne kadar yaşadığım süre içinde önüme çıkan fırsatların jelatinli görsellerine kapılsaydım ne benim ülkem nede hayallerimin içinde benim diyebileceğim bir vatanım olmayacaktı. İnsanların yaşamadığı ve koruyamadığı toprak parçası vatan değildir.
Çok iyi bildiğim bir hikayeyi buradan sizlere aktarmadan geçemeyeceğim. Dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın önüne iki genç Avrupa da okumak için baş vurur Bakan, gençlerden birini diğeri için söylediklerini duymaması için dışarı çıkartmış ve içerdekine,Seni gönderebilirim, ama arkadaşını gönderirsem dedikodu olur 'oğlunu gönderdi derler' onun için onu gönderemem der.Bu durum dışarıdaki öğrenciye de söylendiğinde, durumu algılamasının ardından arkadaşına,-Madem öyle benim biriktirdiğim parayı da sen al, hiç olmazsa biriktirme amacımı kısmen gerçekleştireyim, der ve yıllardır fedakarlıklarla biriktirdiği tüm parayı arkadaşına verir. Bakan sorumlu bir devlet adamı olarak bir görevi yerine getirirken burada inisiyatifini kullanmıştır Ama bu görevi yerine getirirken Baba olarak içi burkulsa bile Bakan Hasan Ali Yücel, Oğlu Can Yücel’i gönderememiştir.