Türkiye de ne zaman kim tarafından uygulamaya konuldu bunu anlamak için 1980’li yılların başlarına gidilmeli sanıyorum. Gazeteler ve görev sahasındaki gazetecilere müdahalenin tarihi çok eski tarihlere Osmanlı döneminde II Meşrutiyet dönemine hatta ondan öncesinde sansürün Osmanlı sarayına kadar dayandırıldığı söylenmektedir. İkinci meşrutiyet öncesinde sarayda oluşturulan sansür kurulu İstanbul da çıkan günlük gazetelere gelerek gazeteyi kendi koyduğu kurullara göre denetleyerek baskıya kadar nelerin yasal ve yasak olduğunu belirledikten sonra gazetelerin basılmasına izin verirlermiş.
Dünya da Ulusların gelişmişlik düzeyi ile sansür doğrudan bağlantılıdır. Gelişmemiş ülkelerde iktidarın medya üzerinde baskısı ve yazılı kaynaklara sansürü fazladır. Bu nedenle de aynı zamanda bir kamusal hizmet olan gazetecilikte birileri tarafından anında yasak konulabilmektedir. Bunların örneği ülkemize has bir durum olmasa da görev bilincinin olmadığı görevlerde karşısındakinin görevine önem vermek bir yana şiddeti ön plana çıkartarak “Yasak” cümlesini sarf etmektedir.
Gelişmiş ülkelerde sansürün uygulanması belirli bir mekanizmalardan geçmesi demektir. Örneğin bu konuda yapılacak uygulamalarda gazete veya gazetecilerin sahada çalışmaları esnasında olay yeri ve olay yerindeki delillerin karartılmaması önem taşımaktadır. Bu nedenle gazeteci bir eğitim kurumunu bitirerek meslek mensubu olmuşsa aldığı meslekte sahadaki çalışmalarında öğrenebilir. Gazetecilerin deyimi ile “alaylı” mesleğin içinde usta- çırak ilişkileri içinde yetişenlerin bilmesi gereken kurallar için de yer alması gerekliliğine dayanmak zorundadır. Ülkemiz de uygulanan yasaklayıcı düşüncen yerine açıklayıcı bir üslup geliştirilmelidir. Günümüzde demokratik ülkelerde sansür, hukuki düzenlemelerin ardından gerçekleşebilecek bir olgudur.
Bugün ülkemiz de olayların kötü sonuçlarının yerinde önlenmesi, kolluk kuvvetlerinin olay yerine ve olaya müdahalesine kadar geçecek zaman içinde kötü sonuçlar doğurmaması için belli yetkiler içinde görevlendirilmiş “Özel güvenlik” görevlileri oluşturulmuştur. Ancak bu gün sivil ve resmi kurumlardaki bu tür görevleri yürütenlerin görev yapma yeteneği ve görev bilincinin oluşmaması nedeniyle görevin ne olduğunu ve yetkilerinin ise kolluk kuvvetlerinin olay yerine geldiğinde sona erdiğini bilmemesi ve görev ve yetki tartışmasının gündeme gelmesine neden olmaktadır. Tıpkı bir zamanlar “toplum polisi” uygulamasında olduğu gibi önüne kim gelirse gelsin şiddet eğilimli davranışlar göstermesinin yanında “Yasak” kullanabilmektedir. Bugün milletvekillerinin dokunulmazlık zırhları çeşitli yasalar ile donatılan kanunlarla güçlendirilmek istenmektedir. Ancak polis veya jandarmanın görev aldığı hadiselerde polis ve jandarmanın milletvekilini darp ettiği bilinmektedir. “Özel Güvenliğin” görev anlayışında bugün ise aynı davranışların gösterildiğine ne yazık ki şahit olunmaktadır.
Isparta da bir gazetecinin görevinin engellenmesi ve şiddete maruz kalınması karşısında Isparta Sağlık İl Müdürlüğü, tarafından soruşturma açılması nedeniyle bir gazeteci olarak gerçekten takdir ve buna karşı teşekkürlerimi sunarım. Olayın bizim açımızdan kabul edilebilir karşılığı gazeteci arkadaşımızın bu hadiseden yara almadan kurtulmuş olmasıdır. Bugün halen yürürlükte mi! Bilmiyorum ama polis ve Jandarmanın elinde ‘İçişleri Bakanlığı’ tarafından tüm illere gönderdiği gazetecilerin korunmasına yönelik yönergedir. Buradan hatırlatmayı görev akdediyorum. Unutulmamalıdır ki gazetecinin görev esnasında kullandığı fotoğraf makinesi ve kamera bir silah değildir. Polis, Jandarma veya olay yerinde “Özel Güvenlik” olsun gazetecinin görevinin yasalar karşısında kamuoyunu bilgilendirmenin ötesinde bir misyonu yoktur. Dileğimiz odur ki bir an önce basın yasası gerçek kimliğine kavuşmalıdır.