Hayat, üzerimize giydiğimiz keşkelerle geçirdiğimiz bir yolculuk gibi... Her birimizin kendine biçtiği bir rolü var bu yolculukta; bazıları lider, bazıları izleyici, bazıları ise sadece bir figüran. Peki, biz kimiz? Gerçekten kim olduğumuzu bazen biz de bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, keşkelerimizin ardında gizlediğimiz gerçek kimliklerimiz ve bunları saklarken içimizde biriktirdiğimiz hüzünler.
Gülümsemeyi öğrendik ama o gülümsemeler ne kadar samimi? O kadar iyi gülümsedik ki, kimse içimizdeki kırıklıkları, yaraları fark etmedi. Ama keşkelerimiz bizi ele verdi. İnsanlar, "Sen iyisin, hep iyisin," dediler. Oysa biz, "İyiyim," dediğimizde kaybolan hayallerimizin izleri saklıydı. Umutlarımızın tükenişini, keşkelerimizin ardına gömdük. Çünkü anlatmanın bir faydası yoktu. Anlatmak isteyenle anlamak isteyen arasındaki mesafeyi kapatacak bir kelime henüz yoktu.
Bizimle aynı duyguları taşımayan birinin bizi anlaması imkansızdı. Herkes anlayamaz, dedim ya. Anlamak için aynı acıyı hissetmek gerek; aynı yerden düşmek, aynı karanlıkta bir ışık aramak... Masallardaki kahramanlar gibi olmak istemedik belki ama buna da hiç ihtiyaç duymadık. Hayat bize bir şey öğrettiyse, o da en temiz yüzeylerin bile bir kırılma noktasına sahip olduğudur. İnsan da böyledir. Temiz kalmasını istiyorsanız, yarasına dokunmayın. Çünkü herkesin yarası kendine ağırdır, kendine özeldir.
Melek değiliz, kanatlarımız yok. Ama sırtımızda ihanet izleri de taşımıyoruz. Kimseye ihanet etmedik, kimseyi yalnız bırakmadık. Bu dünyada insan kalmanın bedelini ödemekten korkmadık. Evet, hatalarımız oldu; yanılgılarımız, düşüşlerimiz... Ama kimseye zarar vermedik.
Hayat hep aynı sonucu yazdı: Yalnızlık. "Biz" diye başlayan her hikâye, "ben" diye bitti. Yolun ortasında yalnız kaldık, bir ormanın derinliklerinde kaybolmuş, çıkış arayan bir çocuk gibi... İnsanlar, "Seni anlıyoruz," dediklerinde, derin bir çaresizlikle suskun kaldık. Çünkü söyledikleri sözler, bizi anlamak için yeterli değildi. Tıpkı ölümün yaşanmadan anlatılamayışı gibi, içimizdeki yalnızlık da dışarıdan görülemez. Bir çift gözle görünmeyen, bir çift kulakla duyulamayacak kadar derin.
Biz kim miyiz? Keşkelerin ardındaki kırıklıkların toplamıyız. İçimizde taşıdığımız yaralar kadar güçlüyüz. Masumiyet ve kaybolmuşluk arasında ince bir çizgide yürüyoruz. Belki de sıradan bir hikâyeyiz ama bize özgü bir derinlikle yazılmış bir hikâyeye sahibiz.
Bizi anlamak için sadece bakmak yetmez; hissetmek gerekir. Ama herkes bunu yapamaz. Çünkü anlamak için önce aynı acıyı paylaşmak gerekir.
Adımız belki de sıradan; hikâyemiz pek çok kişinin yaşadığına benziyor. Ama kelimelerin gücüyle, belki bir gün bir ruhu harekete geçirebiliriz. Ve işte o gün, hikâyemiz sadece bizim olmaktan çıkar, hepimizin olur.
Ama o zamana kadar, kim olduğumuzu sorgulamak yerine sadece şu soruyu sorun: "Gerçekten kendimi tanıyor muyum?" Belki de bizim hikâyemiz, sizin de hikâyenizdir. Kim bilir...